Duanın Önemi

Dua, insanda doğuştan var olan bir duygudur. Bu sebeple bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan, hayatının herhangi bir anında dua ihtiyacını hisseder. Çünkü her insan, zaman zaman üstesinden gelemeyeceği birçok olay, üzüntü ve sıkıntı ile karşılaşır. Böyle anlarda insan, Allah’a sığınma ve O’ndan yardım isteme ihtiyacı hisseder ve dua eder. Normal zamanlarda dua etmeyen veya Allah’a inanmayan insanlar bile üstesinden gelemedikleri olaylar karşısında, darda kaldıkları ve sıkıntıya düştükleri  zamanlarda dua ihtiyacı hissederler. Bu da insanın duaya muhtaç olduğunun delilidir. Yüce Allah, bu durumu   Yûnus sûresinin 12.ayetinde şöyle açıklar:
وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًافَلَمَّا كَشَفْنَا
عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا
كَانُوا يَعْمَلُونَ
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını  kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarardan dolayı bize hiç dua etmemiş gibi davranır. İşte aşırı gidenlere yaptıkları şeyler böyle süslü gösterilmiştir.”
Aynı şekilde, Lokman sûresinin 32. ayetinde;
وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ
إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
“(Denizde) onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan gönülden bağlılar
olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez” buyrulmaktadır.
 Bu iki ayetten anlaşılacağı gibi, dua etmek, insanın fıtrî bir özelliğidir. Yine bu ayetlerde Yüce Allah bize,  duanın sadece sıkıntılı zamanlarda değil, her zaman yapılması gerektiğini de hatırlatmaktadır.
Dua yaptıktan sonra insan, gönlünde bir ferahlık ve rahatlık hisseder, isteğinin yerine getirileceği hususunda
ümitvâr olur. Bu yönü ile dua, ruhî bunalımlara karşı koruyucu sağlık tedbiri konumundadır.
 -Dua, İlâhî Bir Emirdir-
Dua etmek, ayet ve hadislerde övülmüş ve teşvik edilmiştir.
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً
“Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55; bk. En’âm, 6/63)
وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا
“Korkarak ve umarak O’na dua edin.” (A’râf, 7/56)
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ
“(Ey Peygamberim!) De ki; duanız / ibadetiniz / imanı nız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkân, 25/77)
Peygamberimiz (s.a.s.);
فَعَلَيْكُمْ عِبَادَ الِّٰهل بِالدُّعَاءِ
“Ey Allah kulları! Size dua etmenizi tavsiye ederim.” (Hâkim, De’avât, I, 493; Tirmizî, De’avât, 102)
تَرْكُ الدُّعَاءِ مَعْصِيَةٌ
“Duayı terk etmek isyandır, günahtır.” (Heysemî, Ed’ıye, 2, No: 17194)
لَا تَعْجِزُوا فِي الدُّعَاءِ فَاِنَّهُ لَايُهْلَكُ مَعَ الدُّعَاءِ اَحَدٌ
“Dua etmekte aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan
helâk olmaz.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:871; Hâkim, De’avât, I, 494)
اذَا سَأَلَ اَحَدُكُمْ فَلْيُكْثِرْ فَاِنَّهُ يَسْأَلُ رَبَّهُ
“Biriniz dua edip bir şey istediği zaman çok istesin. Çünkü o, Rabbinden istiyor (O’nun nimeti, keremi ve lütfu çok ve boldur).” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 889)
اِذَا دَعَا اَحَدُكُمْ فَلْيُعْظِمِ الرَّغْبَةَ فَاِنَّهُ لَا يَتَعَاظَمُ عَلَى الِّٰهل شَيْئٌ
“Biriniz dua ettiği zaman istediğini çok ve büyük istesin. Çünkü Allah’a hiçbir şey büyük ve çok gelmez.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 896) buyurmuştur.
Dua eden kimse, Allah ve Peygamberin emrine uymuş, ibadet etmiş, Allah’ı anmış ve sevgisini kazanmış olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
سَلُوا الٰهّلَ مِنْ فَضْلِه۪ فَإِنَّ الٰهّلَ يُحِبُّ أَنْ يُسْأَلَ وَأَفْضَلُ الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُ  الْفَرَجِ
“Allah’ın fazlından isteyin, çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever. En faziletli ibadet (dua edip) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir.” (Tirmizî, De’avât, 116)
-Dua, Bir İbadettir.-
Peygamberimiz (s.a.s.);
اَلدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ
“Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, De’avât, 1),
اِنَّ اَفْضَلَ الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُ الْفَرَجِ مِنَ الل
“En faziletli ibadet, Allah’tan sıkıntıyı kaldırmasını beklemektir.”
(Heysemî, Ed’ıye, 7, No: 17202),
اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ
“Dua, mahza ibadettir” buyurmuş, sonra Mü’min
sûresinin;
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي
سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.
Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak
cehenneme gireceklerdir’ anlamındaki 60. ayetini okumuştur.
(Tirmizî, De’avât, 1; bk. İbn Mâce, Dua, ; Ebû Davut, Salât, 358; Hâkim, De’avât, I,
491; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 890) 
Sahabeden İbn Abbâs,
اَفْضَلُ الْعِبَادَةِ هُوَ الدُّعَاءُ
“En faziletli ibadet duadır” demiş ve yukarıdaki ayeti
okumuştur. (Hâkim, De’avât, I, 491)
Dua, Allah Katında Çok Değerlidir
لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ
“Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur.” (Tirmizî,
De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis bunun delilidir. Çünkü, dua eden kimse, Allah’ın varlığını,  yüceliğini, kudretini ve kullarına yardım eden olduğunu, acziyetini ve Allah’a muhtaç olduğunu kabul ve ikrar  etmiş olur.
 Dua, Rahmet Kapılarını Açan Bir Anahtardır
اَلدُّعَاءُ مِفْتَاحُ الرَّحْمَةِ
“Dua, rahmet (kapılarını açan) bir anahtardır” (Süyûtî, I,
486) anlamındaki hadis, dua eden kimsenin Allah’ın merhametine mazhar olacağını ifade etmektedir. İnsan, içinden gelerek “Rabbim! Allah’ım! Nimetlerini ihsan eyle, affeyle, yardım eyle, musibetlerden koru” ve  benzeri dilek ve isteklerini Allah’a arz ettiği zaman, Allah, rahmet kapılarını kuluna açar, ona yardım eder.  Allah, Dua Etmeyene Kızar
مَنْ لاَ يَدْعُو الٰهّلَ يَغْضَبْ عَلَيْهِ
“Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.” (İbn Hıbbân, Zikir ve Dua, No: 890; Hâkim, De’avât, I, 491; Tirmizî, De’avât, 2; İbn Mâce,
Dua, anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. Çünkü dua etmeyen insan; hem Allah ve Peygamberin  “dua edin”emrine uymamış, hem de büyüklenmiş, kendisini müstağnî görmüş demektir. Bu durum, “kulluk” ile bağdaşmaz ve Allah’ın gazabını celbeder.
Dua, Mü’minin Manevî Silahıdır
اَلدُّعَاءُ سِلاَحُ الْمُؤْمِنِ وَ عِمَادُ الدِّينِ وَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ
“Dua, mü’minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin
nurudur.” (Hâkim, De’avât, No: 1812; Heysemî, Ed’ıye, 5, No: 17198) anlamındaki hadis, duanın mü’mini  birtakım sıkıntı, kaza ve belalardan koruyacağını ifade etmektedir. Buradaki “silah” izâfî anlamdadır. İnsan “silah” ile düşman saldırılarına karşı kendini korur. Hadiste dua da silaha benzetilmiştir. Çünkü insan dua ederek Allah’tan kendisini görünür görünmez kazalardan, belalardan ve âfetlerden korunmasını ister. Eğer  şartlarına uygun ve ihlâs ile dua edebilirse, Allah onu korur. Böylece dua, mü’minin manevî silahı olur. Dua etmemizi emreden yüce Rabbimizin, Kur’ân’ın ilk sûresinde bize nasıl dua edeceğimizi bildirmesi, duanın  önemini ortaya koymaktadır:
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
“Bizi sırat-ı müstakime / doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/6)
İnsanın hayatındaki en değerli an, yüce Allah’a yöneldiği ve onunla baş başa kaldığı zaman dilimidir. Allah ile  baş başa kalmanın en güzel vasıtası ise duadır. Dua eden insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelir ve O’ndan istek ve dilekte bulunur. Ayet ve hadislerde her konu ile ilgili onlarca dua örneklerinin bulunması, duanın  dindeki yerini ve önemini ifade eder.

Duanın Anlamı


Sözlükte; “çağırmak, seslenmek, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, din ıstılahında; Allah’ın yüceliği karşısında insanın aczini ve zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf,  nimet ve yardımını, dünya ve ahirette nimetler ve iyilikler ihsan etmesini; üzerindeki sıkıntı, dert ve belayı  gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını dilemesi; yalvarıp yakarması ve O’na hâlini arz edip  niyazda bulunması demektir. (bk. Rağıb ve İbn Manzûr, d.’a.v. maddesi) Dua kavramı; “saygı” ve “Allah’ı  anma” (ta’zîm ve zikir) ile “çağrı” ve “istekte bulunma” (nidâ ve istiâne) anlamlarını birlikte içerir. Dua; sınırlı, sonlu ve aciz olan insanın bütün benliğiyle sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan yüce Allah’a yönelip O’ndan istek ve dilekte bulunması, O’nunla arasında bir köprü ve diyalog kurmasıdır. Dua eden insan; bütün zayıflığı,
acizliği ve ihtiyaçları içinde, Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin ve yüceliğinin, isteklerini ancak O’nun lütfu ve
yardımıyla elde edebileceğinin bilincindedir. Bu bilinçle yapılan dua; insanın Yaratan’ına olan inancının,  güveninin ve O’na teslim oluşunun bir göstergesidir. İşte bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.s.);
لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ
“Allah’a duadan daha değerli bir şey yoktur” buyurmuştur.
(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 870; Ahmed, II, 362; Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1)
KUR’ÂN’DAKİ ANLAMI
Çok anlamlı kavramlardan biri olan “dua”; Kur’ân’da yedi farklı anlamda kullanılmıştır. (bk. Ebû’l-Ferec, s. 292-295)
1. Çağrı (nidâ)
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلاَّ قَل۪يلًا
“Sizi çağırdığı gün, O’na hamd ederek davetine uyarsınız ve (kabirlerinizde) pek az bir müddet kaldığınızı zannedersiniz.”
(İsrâ, 17/52; bk. Enbiya, 21/45; Fâtır, 35/14; Kamer, 54/10)
2. İstiâne / Birinden yardım isteme
وَإِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا
شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ الِّٰهل إِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”
(Bakara, 2/23; bk. Yunus, 10/38; Mü’min, 40/26)
3. Söz (kavl)
فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
“Azabımız onlara (helâk ettiğimiz toplumlara) geldiğinde sözleri, ancak ‘biz gerçekten zalimlermişiz’ demekten
ibarettir.” (A’râf, 7/5; bk. Yunus, 10/10; Enbiya, 21/15)
4. İstifhâm / Bir şeyi sormak, anlamak istemek
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَج۪يبُوا وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْ
وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ يَحُولُ بَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey inananlar! (Elçi), sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allâh’ın ve Elçisinin çağrısına koşun ve bilin ki,   Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzuruna toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24; bk. Bakara, 2/68; Yunus, 10/25; Kehf, 18/58; Mü’minûn, 23/73; Nuh, 71/5, 8)
5. İstekte bulunmak, yalvarmak (suâl)
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ
“Kullarım, sana benden sorarlarsa (de ki): Ben (onlara) yakınım, dua edip yalvaran, bana dua ettiği zaman  onun duasına karşılık veririm…” (Bakara, 2/186; bk. A’râf, 7/134; Zuhruf, 43/49; Mü’min, 40/49, 60)
6. İbadet
Kur’ân’da birçok ayette “dua” kelimesi ve türevleri bu anlamda kullanılmıştır. Şu ayetleri örnek olarak  verebiliriz:
قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ الِّٰهل مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا
“De ki: ‘Biz hiç Allah’ı bırakıp da bize fayda da, zarar da vermeyecek şeylere ibadet eder miyiz?...” (En’âm, 6/71)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ الِّٰهل إِلٰهًا آخَرَ
“Onlar (Rahman’ın kulları), Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona ibadet etmezler…” (Furkân, 25/68; bk. Mü’minûn, 23/117; Cin, 72/18, 20)
7. İman
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ
“De ki: ‘İbadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diyedeğer versin?’...” (Furkân, 25/77)
Bu ayetteki “dua” kelimesi ibadet anlamına gelebileceği gibi iman anlamına da gelir. (Buhârî, İman, 2) İbadet kavramı, iman kavramını da içine alır. Bir insanın ibadet edebilmesi için her şeyden önce iman etmesi gerekir.
 DUA ANLAMINA GELEN KUR’ÂN KAVRAMLARI
1. İbadet
“Dua” kavramı, ibadet anlamına geldiği gibi “ibâdet” kavramı da dua anlamına gelir. Meselâ şu ayette geçen
“ibâdet” kelimesi, “dua” anlamındadır:
 وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ
يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana dua (ibadet) etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)
Sahabeden Nu’mân ibn Beşîr, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in minberde,
اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ
“Dua ibadettir” dediğini, sonra sözüne delil olarak bu ayeti okuduğunu söylemiştir. (Tirmizî, De’avât, 2; bk. İbn Mâce, Dua, 1; Ebû Davut, Salât, 358)
2. Salât
Sözlükte dua anlamına gelen “salât” kelimesi Kur’ân’da;namaz anlamında kullanıldığı gibi sözlük anlamında  da kullanılmıştır: Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz:
وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ
“Ve onlara dua et; çünkü senin duan, onlara huzûr ve sükûn verir.” (Tevbe, 9/103)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ الٰهّلَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ
قَدْ عَلِمَ صَ تَالَهُ وَتَسْبِيحَهُ
“Görmedin mi, göklerde ve yerde olan kimseler ile kanatlarını çırparak uçan kuşlar Allah’ı tespih ederler?  Her biri kendi duasını ve tespihini bilmiştir…” (Nûr, 24/41)
3. Nidâ
Sözlükte çağrı anlamına gelen “nidâ” kavramı, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu örneği  zikredebiliriz:
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine,‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen  merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı (nâdâ).” (Enbiya, 21/83)
4. Kavl
Lügatte söz anlamına gelen “kavl” kelimesi, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak
zikredebiliriz:
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَ
الْوَهَّابُ
“O, Rabbim! Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık) ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın, dedi /diye dua etti.” (Sâd, 38/35; Âl-i İmrân, 3/38)
5. Tazarru
Yalvarmak anlamına gelen “tazarru” kelimesi dua ile eş anlamlıdır. Şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ
يتَضََرعَّوُنَ
“Şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Bize yalvarsınlar / dua etsinler diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırdık.” (En’âm, 6/42)
6. Suâl
Sözlükte istemek ve sormak anlamına gelen “suâl” kelimesi, bir kısım hadislerde dua anlamında kullanılmıştır.
Şu örnekleri verebiliriz:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى
“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Dua, 72; Tirmizî, De’avât, 9)
فَإِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْأَلُوهُ الْفِرْدَوْسَ
“Allah’tan cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin.”
(Tirmizî, Sıfatü’l-Cenne, 4)
Allah’tan bir şey istemek, O’na dua etmektir.
7. İstiâne
“İstiâne” yardım istemek anlamında olup bir kısım ayet ve hadislerde dua anlamında kullanılmıştır. Şu  örnekleri verebiliriz:
Yüce Allah, Fâtiha sûresinde bize;
وإَيِّاَك نسَْتعَِينُ
“Ancak Senden yardım isteriz” (Fâtiha, 1/5) şeklinde dua etmemizi öğretmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) de, yaptığı konuşmalarına;
إِنَّ الْحَمْدَ نَسْتَعِينُهُ ونَسْتَغْفِرُهُ
“Her türlü övgü Allah’a mahsustur, O’ndan yardım ister ve O’nun bağışlamasını dileriz” (Tirmizî, Vitir, 116) dua cümlesi ile başlamıştır.
8. İstiğâse
“İstiğâse”, yardım istemek demektir. Kur’ân’da dua etmek anlamında kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak zikredebiliriz:
  إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأٰلٰفٍ مِنَ الْمَلآئِكَةِ مرُدْفِيِنَ
“Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: ‘Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim’ diye  duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfâl, 8/9)
9. İstiğfâr
“İstiğfâr”; Allah’tan af ve mağfiret dilemek demektir. Af ve mağfiret dilemek, Allah’ın affetmesi için O’na dua
etmek, yalvarmak demektir. Nuh Peygamberin, kavmine hitabını içeren şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
“Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır, dedim.” (Nûh, 71/10)
وَ اِنِّي لَاَ سْتَغْفِرُ الٰهّلَ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ
“Vallahi ben günde yüz defa Allah’tan mağfiret diliyorum.” (Müslim, Zikir, 41)
10. İstiâze
“İstiâze”, bela, kaza, âfet ve kötülüklerden Allah’a sığınma, O’ndan kendisini korumasını isteme anlamındadır.
Şu ayet ve hadisi örnek olarak verebiliriz:
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِه۪ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي
وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu.” (Hûd, 11/47)
اَللّٰهمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ وَالْجُنُونِ وَالْجُذَامِ وَمِنْ سَيِّىءِ الْأَسْقَامِ
“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzam hastalığından ve her türlü kötü hastalıktan sana sığınırım.”  (Ebû Davud, Salât, 367)
11. Tövbe
“Tövbe”, insanın günahına pişmanlık duyması ve Allah’tan af dilemesi demektir. Tövbe eden insan, Allah’a  dua edip yalvarmış olur.
فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ
“O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin! Çünkü Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.” (Hûd,  11/61)
Ayette “tövbe edin” emrinden sonra Allah’ın duaları kabul eden olduğunun bildirilmesi, tövbe etmenin de dua
anlamına geldiğini ifade eder. “Zikir” (Allah’ı anma), “tesbih” (Sübhânellah / Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), “hamd” (Elhamdülillâh / Allah’a hamd olsun), “tehlil” (lâ ilâhe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur),  “tekbir” (Allâhü ekber / Allah en büyüktür) “senâ” (Allah’ı övme) ve “şükür” (Allah’ın verdiği nimetlere
teşekkür etme), “icâbet”, “istîcâb” ve “tenciye” (duayı kabuletme), “keşf” (sıkıntıları giderme, kaldırma)  kavramları “dua” kavramının mana alanını oluşturur.

Namaz Duaları

Namaz, Farsça kökenli bir kelime olup, Arapça’daki salât kelimesinin karşılığıdır. Sözlükte, dua, istiğfar,  övgü anlamlarına gelen salât, dinî bir kavram olarak, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, belli eylemler ve rükünleri bulunan özel bir ibadettir. Namaz; içerisinde zikir, tesbih, dua, kıyam, rükû, secde gibi ibadetleri  toplayan önemli bir ibadettir. Namaz, amellerin Allah’a en sevimli olanı, mü’minin miracıdır. Namaz, insana devamlı olarak Allah’ı hatırlatır, kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlar, kötülük ve günahla kişi arasında bir perdedir. Namaz, insanın  maddî ve manevî temizliğinin vasıtasıdır.Namazın içinde, muhtelif safhalarında ve namazdanselâmla çıktıktan sonra da okunacak dualar mevcuttur.
a) Namaz İçinde Okunacak Dualar
1. Sübhâneke Duası
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), namaza başlayınca “sübhâneke” duasını okumuştur.
سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ وَتَبَارَكَ اسْمُكَ وَتَعَالٰى جَدُّكَ  وَجَلَّ ثَنَآئُكَ( وَلاَ اِلٰهَ غَيْرُكَ
Okunuşu: “Sübhanekellâhümme ve bi hamdik ve tebâra-kesmük. Ve te’alâ ceddük. (ve celle senâük - bu kısım; cenaze namazında okunur). Ve lâ ilâhe ğayrük.”
Anlamı: “Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür, şanın yücedir. Senden başka tanrı yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 122; Tirmizi, Salât, 179)
“Ve celle senâük” cümlesi cenaze namazında okunur.
“Sübhâneke” duasından sonra euzü ve besmele çekilir,
“Fâtiha” sûresi, farz namazların ilk iki rekatında, sünnet ve vacip namazların tamamında Fâtiha sûresinden  sonra bir sûre veya uzunca bir ayet veya üç kısa ayet okunur.
2. Rükû ve Secdede Okunacak Dualar
Rükû, kıyamda kırâatı bitirdikten sonra, baş ile arka düz olacak şekilde eğilmektir. Bu esnada kadınlar,  parmaklarını diz kapakları üzerine kor. Erkekler ise, parmaklarıyla kavrayarak diz kapakları üzerine kor. Secde ise, rükûdan doğrulduktan sonra alnını, burnunu, iki ayağının parmak uçlarını, iki eli ile iki dizini yani toplam yedi azasını yere koymaktır. Secdede gözler burnun iki yanına bakar. Eller yüzün hemen iki yanında,  parmaklar kapalı ve kıbleye doğru tutulur.
Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:
“Sizden biri rükû edince üç kere;
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ
“Sübhâne rabbiye’l-azîm “Büyük Rabbim (her türlü kusurdan) münezzehtir” desin. Bu, en az miktardır. Secde
yapınca da üç kere;
سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى
“Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ (ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehtir, desin. Bu da en az miktardır.” (Ebû  Dâvud, Salât, 154; Tirmizî, Salât, 194)
Bu itibarla kıyamdan “Allâhü ekber” deyip rükûa gidilince üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-‘azîm” denir;  doğrulurken “semi’allâhü limen hamideh (her tür övgü kendisine ait olan Allah işitti)” ve “Rabbenâ  leke’l-hamd (ey Rabbimiz! Her türlü övgü sana mahsustur) der. “Allâhü ekber” denir ve secdeye gidilir. Secdede üç defa “Sübhâne Rabbiyela’lâ” denir. Sonra Allâhü ekber” cümlesi ile secdeden kalkılır, tekrar tekbir ile ikinci secdeye gidilir ve yine üç defa “Sübhâne Rabbiyel-a’lâ” denir. Sonra “Allâhü ekber” cümlesi
ile ayağa kalkılır, besmele çekilir, Fâtiha sûresi ve bir sûre veya ayet okunur, rükû ve secdeler aynı şekilde  yapılır ve oturulur. Farz, vacip ve sünnet bütün namazların ilk ve son oturuşunda “tahıyyât” diye anılan şu dua  okunur:
3. Oturuşlarda Okunacak Dualar
3.1. Tahıyyât Duası
أَلتَّحِيَّاتُ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ أَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ
الِّٰهل وَبَرَكَاتُهُ أَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ الِّٰهل الصَّالِحِينَ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ
الٰهّلُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Okunuşu: “Ettehıyyâtü lillâhi ve’s-salevâtü ve’ttayyibâtü esselâmü ‘aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâtühû esselâmü ‘aleynâ ve ‘alâ ‘ıbâdi’l-lâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâhü ve eşhedü enne  Muhammeden ‘abdühû ve rasûlüh.”
Anlamı: “Her türlü kavlî, bedenî ve mâlî ibâdetler Allâh’a mahsustur. Ey Peygamber, selâm ve Allah’ın  rahmetiyle bereketleri senin üzerine olsun ve selâm bizlere ve Allâh’ın sâlih kullarına olsun. Ben şehâdet  ederim (yakînen bilirim) ki, Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve şehâdet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” (Ebû Davud, Salât, 182. I, 591)
Üç ve dört rekatlı farzlar ile müekket sünnetlerde “tahiyyat” duası okunduktan sonra kıyama kalkılır, üç  rekatlı namazlarda üçüncü rekatın sonunda dört rekatlı namazlarda dördüncü rekatın sonunda oturulur,  “tahıyyat” duası okunur, peşinden “salli ve barik duaları” okunur.
3. 2. Salli ve Bârik Duaları
Salli ve bârik duaları; Hz. Peygamber (s.a.s.) için okunan ve Allah’ın rahmet ve selâmının O’nun üzerine  olması dileğini dile getiren dualara denir. Kur’ân-ı Kerim’de “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb, 33/56) buyrulmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Allahu Teâlâ’nın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, dua etmeleri anlamını ifade eder.
Kur’ân-ı Kerim’in, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e salât-u selâm getirmeyi emreden bu ayetine paralel olarak,  geçmiş dönemlerde tanzim edilmiş pek çok salât-u selâm örnekleri vardır. Peygamberimiz (s.a.s.)’e en kısa şekilde: “Allâhümme salli alâ Muhammed” veya “Sallallahü aleyhi ve sellem” diye salât getirilir. Namazlarda “Allahümme salli”, “Allahümme bârik” dualarının okunması sünnettir. Bilinen ve yaygın olan salavat örneği aşağıdaki şekildedir:
أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى اِبْرَاهِيمَ
وَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
Okunuşu: “Allâhümme salli alâ Muhammediv ve ‘alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme ve ‘alâ âli
İbrahîm. İnneke hamîdün mecîd.”
Anlamı: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve  İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”
أَللّٰهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلٰى اِبْرَاهِيمَ
وَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
Okunuşu:“Allâhümme bârik ‘alâ Muhammedin ve‘alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte ‘alâ İbrahime ve ‘alâ  âli İbrahim. İnneke hamîdün mecîd.”
Anlamı: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.” (Buharî,  De’avât, 32; Müslim, Salât 66; Ebû Davud, Salât, 183; Tirmizî, Ebvabu’t-Tatavvu, 346)
4. Rabbenâ Âtina ve Rabbenağfirlî Duaları
Farz, vacip ve sünnet bütün namazların son rekatlarında salli ve bârik dualarından sonra şu dualar okunur:
رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
رَبَّنَا اغْفِرْلِى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
Okunuşu: “Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil âhirati haseneten ve kınâ ‘azâben-nâr. Rabbenağfirlî ve li vâlideyye ve lil-mü’minîne yevme yekûmü’l-hısâb.”
Anlamı: “Allah’ım! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver; ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver. Bizi ateş azabından koru. (Bakara, 2/201)
Rabbimiz! Beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde)  bağışla.” (İbrahim, 14/41)
Namazlardan “es-selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllâh Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun” denilerek çıkılır.
5. Kunût Duaları
Sözlükte Allah’a ihlâsla kulluk etmek, namaz ve duayı uzatmak, sükût etmek, dua etmek, ibadet kastıyla  ayakta durmak gibi anlamlara gelen kunût, dinî bir kavram olarak, namazda rükûdan önce veya sonra ayakta dua etmeyi ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’de kunût sözlük anlamında ibadet etmek, boyun eğmek (Rûm, 30/26; Ahzâb, 33/120; Zümer, 39/9), ibadet maksadıyla ayakta durmak (Âl-i İmrân, 3/43), sükût etmek (Bakara,  2/238) manalarında kullanılmıştır.
Hanefîlere göre, vitir namazının üçüncü rekatında kunût yapmak vaciptir. İmam-ı Azam’a göre kunûtta tekbir  almak ve kunût dualarını (Allahümme innâ neste’înuke ve Allahümme iyyâke na’büdü dualarını) okumak  vaciptir. Ancak İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf ’a göre ise, tekbir almak vacip, kunût dualarını okumak ise sünnettir. Bu duayı okuyamayan kimse “Rabbenâ âtinâ” duasını okur veya üç defa “Allahümmeğfirlî” der. Namazda kunûtu unutan kişi, namazın sonunda sehiv secdesi yapar.
Kunût Duaları şu şekildedir:
اَللّٰهُمَّ اِنَّا نَسْتَعِينُكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَسْتَهْدِيكَ وَنُؤْمِنُ بِكَ وَنَتُوبُ اِلَيْكَ
وَنَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ وَنُثْن۪ى عَلَيْكَ الْخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَلاَ نَكْفُرُكَ وَنَخْلَعُ
وَنَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ اَللّٰهُمَّ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَلَكَ نُصَلّ۪ى وَنَسْجُدُ وَاِلَيْكَ نَسْعٰى
وَنَحْفِدُ نَرْجُو رَحْمَتَكَ وَنَخْشٰى عَذَابَكَ اِنَّ عَذَابَكَ بِالْكُفَّارِ مُلْحِقٌ
Okunuşu: “Allahümme innâ neste’înüke ve nesteğfiruke ve nestehdîke ve nü’minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî ‘aleykel-hayra küllehû neşküruke ve lâ nekfüruke ve nahle’u ve netrukü  meyyefcürük. Allâhümme iyyâke na’büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ‘azâbeke inne ‘azâbeke bil-küffâri mülhık.”
Anlamı: “Allah’ım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet  etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkâr etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkâr eden ve sana karşı geleni bırakırız. Allah’ım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle
yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kâfirlere ve inançsızlara ulaşır.” (İbn Ebî Şeybe, II, 301; Abdürrezzak, III, 121

Abdest Duası

Namazın şartlarından birisi olan abdest; namaz ve
Kâbe’yi tavaf, tilavet secdesi gibi bazı ibadetleri yapmak
için, vücudun belirli uzuvlarını usulüne uygun olarak yıkamak
veya mesh etmektir.
Manevî temizlik ve namaz başta olmak üzere ibadetlere
ruhen ve bedenen hazırlık mahiyetinde olan abdest,
aynı zamanda maddî bir temizlenme vasıtasıdır. Kur’ân-ı
Kerim’de;
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ
وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبْنيَِۜ
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi,
dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edipher
iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın…” (Maide, 5/6)
buyurulmaktadır. Peygamber Efendimiz de “Bir Müslüman
abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken gözleriyle işlediği
günahlar abdest suyu ile dökülür gider. Ellerini yıkadığında
elleri ile işlediği günahlar abdest suyu ile dökülür (öyle ki kişi
bütün günahlardan arınır ve tertemiz olur). Ayaklarını yıkadığında
da, ayaklarıyla işlediği günahları abdest suyu ile
akıp gider. Nihayet o Müslüman günahlarından tamamıyla
arınmış olur” (Müslim, Tahâret, 32) buyurmak suretiyle abdestin
önemine işaret etmiştir.
Usul ve adabına uygun bir şekilde abdest şöyle alınır:
Abdeste niyet ve eûzü-besmele ile başlanır, parmak aralıkları
da dâhil eller bileklere kadar üçer defa yıkanır, dişler
temizlenir, ağza ve buruna üçer defa su verilip yıkanır. Yüz ve dirseklerle beraber kollar üçer defa yıkanır. Sağ el ıslatılarak
elin içiyle başın üstü bir defa mesh edilir. İki elin
içi ile başın tamamının mesh edilmesi daha iyidir. Eller
ıslatılarak parmaklarla kulakların içi ve dışı, sonra da ense
birer defa mesh edilir. En son olarak da, üç defa ayaklar
topukları ile birlikte yıkanır. Yıkamaya sağ uzuvlardan
başlamak, suyu iktisatlı kullanmak, abdest esnasında ve
sonunda dua etmek, kelime-i şahadet getirmek abdestin
sünnetlerindendir.
Selef-i salihin olarak nitelendirilen İslâm âlimleri tarafından
tanzim edilmiş ve abdest esnasında okunması
tavsiye edilen bazı dualar vardır. Abdest alacak kimse, abdeste
başlarken “Eûzü ve Besmele” çektikten sonra sırasıyla şu duaları
okur:
a) Eller Yıkanırken Okunacak Dua
اَلحَمْدُ الَّذ۪ى جَعَلَ الْمَاءَ طَهُورًاوَجَعَلَ اْلاِسْلاَمَ نُورًا
Okunuşu: “Elhamdulillâhillezî ce’alel-mâe tahûren ve
ce’alel-İslâme nûra.”
Anlamı: “Suyu temizleyici, İslâm’ı da nur kılan Allah’a
hamdolsun.”
b) Ağız Yıkanırken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ اَسْقِنِي مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ كَاْسًا لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا
Okunuşu: “Allahümme! Eskınî min havzı nebiyyike
ke’sen lâ ezme’u ba’dehû ebedâ.”
Anlamı: “Ey Rabbim, bana Peygamberinin havzından bir kâse içir, ondan sonra hiç susamayayım.”
c) Burna Su Verilirken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ لاَتَحْرِمْن۪ى رَائِحَةَ نَعِيمِكَ وَجِنَانِكَ
Okunuşu: “Allahümme! Lâ tahrimnî râihate na’îmike
ve cinânike.”
Anlamı: “Allah’ım! Beni nimetlerinin ve cennetlerinin
güzel kokularından mahrum etme.”
ç) Yüz Yıkanırken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ بَيِّضْ وَجْهِى بِنُورِكَ يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ
Okunuşu: “Allahümme! Beyyıd vechî binûrike yevme
tebyeddu vücûhun ve tesveddu vücûh.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Nice yüzlerin beyaz, nice yüzlerin
kara olacağı günde yüzümü nurunla beyaz kıl, nurlandır.”
d) Sağ Kol Yıkanırken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ أَعْطِنِى كِتَابِى بِيَمِنِى وَحَاسِبْنِى حِسَابًا يَسِيرًا
Okunuşu: “Allahümme! A’tınî kitâbî bi-yemînî ve
hâsibnî hısâben yesîra.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Kitabımı sağ elime ver ve hesabımı
kolay gör.”
e) Sol Kol Yıkanırken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ لاَ تُعْطِن۪ى كِتَابِى بِشِمَالِى وَلَامِنْ وَرَاءِ ظَهْر۪ى وَلاَتُحَاسِبْنِ حِسَابًا
شَديِداً
Okunuşu: “Allahümme! Lâ tu’tınî kitâbî bi şimâlî ve
lâ min verâi zahrî ve lâ tuhâsibnî hısâben şedîdâ.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Kitabımı sol elime verme, arkamdan
da verme ve hesabımı zorlaştırma.”
f) Baş Meshedilirken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ غَشِّنِى بِرَحْمَتِكَ وَاَنْزِلْ عَلَىَّ مِنْ بَرَكَاتِكَ
“Allahümme! Ğaşşinî bi rahmetike ve enzil ’aleyye min
berakâtike.”
“Allah’ım! Beni rahmetinle sar, üzerime berakâtından indir.”
g) Kulak Meshedilirken Okunacak Dua
الَلّٰهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ الَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ
Okunuşu: “Allahümmec’alnî minel-lezîne yestemi’ûnel -
kavle fe yettebi’ûne ahsenehû.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Beni sözü dinleyip de ona en güzel
şekilde tabi olanlardan kıl.”
ğ) Boynuna Meshederken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ أَعْتِقْ رَقَبَتِى مِنَ النَّارِ
“Allahümme a’tık rakabetî minen-nâri.”
“Ey Rabbim! Benim boynumu ateş esaretinden kurtar.”
h) Ayaklar Yıkanırken Okunacak Dua
اَللّٰهُمَّ ثَبِّتْ قَدَمَىَّ عَلٰى الصِّرَاطِ يَوْمَ تَزُولُ ف۪يهِ اْلأَقْدَامُ
Oِkunuşu: “Allahümme! Sebbit kademeyye ‘alas-sıratı
yevme tezûlü fîhil-akdâm.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Nice ayakların kaydığı günde benim
ayaklarımı sırat üzerinde sabit kıl.”
i) Abdest Bittikten Sonra Okunacak Dua
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ اَللّٰهُمَّ اجْعَلْن۪ي مِنَ التَوَّابِينَ وَاجْعَلْن۪ي مِنَ الْمُتَطَهِّرِينَ
سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
Okunuşu: “Eşhedü ellâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ
şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve
resûlühü.
Allahümmec’alnî minet-tevvâbîne vec’alnî minelmutatahhirîn.
Sübhanekellâhümme ve bi-hamdike eşhedü en lâ ilâhe
illâ ente estağfiruke ve etûbü ileyke.”
Anlamı: “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.
O, birdir ve O’nun ortağı yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed
O’nun kulu ve elçisidir.
Allah’ım! Beni tövbe edenlerden ve çok temizlenenlerden
eyle. Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Allah’ım! Şehâdet ederim ki Senden başka hiçbir ilâh yoktur.
Senden mağfiretini isterim ve Sana tövbe ederim.”

Ezan Duası

Sözlükte bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan
etmek anlamlarına gelen ezan, dinî bir terim olarak, farz
namazların vaktinin girdiğini belli sözlerle ve özel bir şekilde
ilan etmek, bildirmek demektir. Ezanın sözleri aşağıdaki
şekildedir:
الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر * اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ اَشْهَدُ اَنْ
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ * اَشْهَدُاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الِّٰهل اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الِّٰهل*
حَىَّ عَلٰى الصَّلاَةِ حَىَّ عَلٰى الصَّلاَةِ * حَىَّ عَلٰى الْفَلاَحِ حَىَّ عَلٰى الْفَلاَحِ*
اَلٰهّلُ اَكْبَرُ اَلٰهّلُ اَكْبَرُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ
“Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah
en büyüktür).
Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah en
büyüktür).
Eşhedü el lâ ilâhe illallâh (Ben tanıklık ederim ki
Allah’tan başka ilâh yoktur.)
Eşhedü el lâ ilâhe illallâh (Ben tanıklık ederim ki
Allah’tan başka ilâh yoktur).
Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah (Ben tanıklık
ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir).
Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah (Ben tanıklık
ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir).
Hayye ‘ale’s-salâh, hayye ‘ale’s-salâh (Haydin namaza
gelin, haydin namaza gelin).
Hayye ‘alel-felâh, hayye ‘alel-felâh (Haydin felaha /
kurtuluşa gelin, haydin felaha / kurtuluşa gelin).
Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah en
büyüktür).
Lâ ilâhe illallâh (Allah’tan başka ilâh yoktur.)”
Sabah ezanında “hayye ‘alel-felâh”tan sonra iki
defa “es-salâtü hayrun-minen-nevm (namaz uykudan
hayırlıdır)” denir.
“Kamet” de ezan ile aynıdır; sadece “hayye ‘ale’l-felâh”
cümlesinden sonra iki kere “kad kâmeti’s-salâh (namaz
başladı)” cümlesi okunur.
Medine’ye hicretten sonra, Mescid-i Nebevî’nin inşası
tamamlanıp düzenli bir şekilde cemaatle namaz kılınmaya
başlanınca, Peygamberimiz (s.a.s.), vakitlerin girdiğini
duyurmak için ne yapılabileceğini sahabe ile istişare etmiş,
neticede Hz. Peygamber’e vahiyle, ayrıca sayıları yirmiye
kadar ulaşan sahabiye de rüyalarında bugünkü ezanın şekli
öğretilmiştir. Ezan, sahabeden Hz. Bilal (r.a.) tarafından
sabah namazında, yüksekçe bir evin damında okunarak
uygulamaya başlanmıştır.
Ezan, sünnet-i müekked olmakla birlikte, Müslümanlığın
şiarı hâline gelmiştir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allâh’ın
büyüklüğü, Peygamberimizin O’nun elçisi ve namazın
kurtuluş olduğu ilan edilmektedir.
Ezan, dinimizin en önemli şiarlarından biridir. Ezan,
Müslüman’ın kimliğidir. Bir aidiyeti ifade eder. Özgürlük
bildirisi olan ezan, mü’minleri Allah’a itaat etmeye, şuura,
uyanıklığa, takvaya davet eden bir bildiridir. Gönüller
onunla yumuşar, duygu yüklü terennümleriyle gözler dolar,
ona alışık kulaklar, onu dinlemekten zevk alır. Ezanın
hayatımızdaki kıymetini bilebilmek için kısa bir ayrılık
yeter. Ezan seslerinden uzak bir ülkede bir süre yaşayınca
ve geri dönünce bunu yaşarız. Hele uzun yıllar ezansız kalmış
kulaklar için o, gerçek bir rahmet çağlayanı gibidir.
Ezan, başlı başına bir davettir, irşaddır. Hz. Bilal
(r.a.)’den günümüze, insanlığı Allah’a kulluğa çağırmaktadır.
Bu çağrı kelimeleri aşan, açıklanamaz, kavranamaz bir
davettir.
Ezan, bir tek olan Allah’a, rahmet peygamberi Muhammed
(s.a.s.)’e, kötülüklerden ve hayatın monotonluğundan
alıkoyan namaza ve bu temel esaslar ekseninde felaha
(huzur ve mutluluğa) çağrıdır. Bu itibarla ezanı duyan
mü’min, bu kutsal çağrıya kayıtsız kalmaz, büyük bir saygı
ve hürmetle ona icabet eder.
Peygamberimiz (s.a.s.), ezan işitildiğinde aşağıdaki
duanın okunmasını tavsiye etmiş ve bu dua hakkında şöyle
buyurmuştur:
Bir kimse ezanı işittiği zaman; أَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّآمَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَآئِمَةِ اٰتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ
وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذ۪ى وَعَدْتَهُ
Okunuşu: “Allâhümme Rabbe hâzihid-da’vetittâmmeh,
ves-salâtil-kâimeh, âti Muhammedenil-vesîlete
vel-fadîlete veb’ashü makâmen mahmûdenil-lezî
va’adteh.”
Anlamı: “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi!
Muhammed’e vesîle’yi ve fazîleti ver. O’nu, vaat ettiğin
Makam-ı Mahmûd üzere dirilt’ derse, ona kıyâmet günü
mutlaka şefaatim helâl olur.” (Buhârî, Ezân, 8; Ebû Davud, Salât, 28)
Bu itibarla Müslüman, ezanı duyduğunda müezzine
katılmalı, onunla birlikte sözlerini tekrar etmeli, “hayye
‘ales-salah ve hayye ‘alel-felah” cümlelerini duyduğunda
ise “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (güç ve kuvvet ancak
Allah ile vardır)” cümlesini söylemeli, ezan bitince de yukarıdaki
dua okunmalıdır.
Ezan okunurken konuşulmaz, müzik çalınmaz, selâm
verilmez, hatta Kur’ân bile okunmaz. Çünkü Peygamberimiz,
إِذَا سَمِعْتُمُ النِّدَاءَ فَقُولُوا مِثْلَ مَا يَقُولُ الْمُؤَذِّنُ
“Ezanı duyduğunuz zaman müezzinin söylediğini söyleyin”
(Buhârî, Ezan, 7) buyurmuştur.
Ezana saygısızlık edenleri Yüce Allah, Mâide sûresinin
58. ayetinde cahillik etmekle nitelendirmektedir.

İhtiyaç Halinde Yapılabilecek Dualar

Gündelik hayatta karşılaştığımız mutluluk ve sevinçlerin
yanı sıra, istemeyerek de olsa zaman zaman önümüze
çıkan problemli konularla duygu dünyamız, büyük acılar
ve kederler yaşar. Gönülden inanmış kullarda en güzel şekilde
kendini gösteren tevekkül hâli ve Allah ile sürekli
iletişim içinde olmak, insanlara bu tür acı ve ızdıraplara
karşı sağlıklı bir ruh hâli kazandırır ve onları ayakta tutar.
Günlük olarak yerine getirdiğimiz ibadetlerimizde
okuduğumuz dualar yanında, sosyal hayatta ihtiyaç duyduğumuz
inişli-çıkışlı durumlar için de daima duadan uzak
kalmamak gerekir. Nitekim Cenab-ı Hakk; “Sana ölüm gelinceye
kadar Rabbine ibadet et” (Hicr, 15/99) buyurarak bu gerçeği
belirtmiştir. Buna göre hayatımızın her anını Allah’a
dua ederek geçirmek, hem mutluluk hem de üzüntülü anlarda
O’ndan yardım istemek kulluğun bir gereğidir.
Bu bölümde yer verilen dualar, Peygamber Efendimizin
(s.a.s), ihtiyaç duyduğunda veya ortamın gerektirdiği
şartlar neticesinde yaptığı dua örneklerini içermektedir.
Aynı konu ile ilgili farklı rivayetlerin çokluğu dikkate alınarak,
bu nakillerden benzer olanlarına mümkün olduğu
kadar yer verilmemiştir.

Evlilik İle İlgili Dualar

Aile yuvasının kurulması gibi önemli bir adımda, bu
işin sağlam bir temele dayanması ve her iki tarafın da zarara
uğratılmaması gerekir. Bu nedenle kıyılacak nikâhın
bağlayıcı bir nitelikte olması, yani resmiyet kazanması gerekir.
Zira dinî hassasiyetin zayıfladığı günümüz toplumlarında,
zaman zaman verilen sözler tutulmamakta, bu da
insanlar arasında istenmeyen huzursuzluklara ve düşmanlıklara
neden olmaktadır.
Resmî kayıt işlemiyle nikâh akdi gerçekleşmiş olmakla
beraber, eşler dilerlerse ayrı bir merasimle dua yapabilir
ve yaptırabilirler. İslâm’a göre nikâh akdinin gerçekleşmesi
için evlenecek kişilerin veya vekillerinin onayı, en az iki
şahit, nikâhın alenî (açık) olması, muvakkat (belli bir süre
için) olmaması gibi temel şartlar gerekir.
a) Dünür Olma Sırasında Yapılabilecek Dua
Bir kadını ailesinden istemeye gelen kişinin söze
Allah’a hamd ederek başlaması ve Peygamberimiz (s.a.s.)’e
salât ve selâm etmesi müstahaptır. Daha sonra;
أشَْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إِلَّا الٰهّلُ وَحْدَهُ لَا شَري۪كَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ
Okunuşu: “Eşhedü ellâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke
leh. Ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve rasûlüh.”
Anlamı: “Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur,
O’nun ortağı yoktur ve şahadet ederim ki, Hz. Muhammed
(s.a.s.) O’nun kulu ve elçisidir” sözleriyle açılış yapmalı ve “falanca kadını veya falanca kadının kızı falancayı, falancaya
istemeye geldim” gibi ifadelerle geliş sebebini anlatmalıdır.
Dünür gitmede her yörenin kendine özgü örf ve
âdetleri, konuşma şekilleri vardır. Genel ahlâk kurallarına
ve İslâmî usullere aykırı olmamak üzere bu tür değişik uygulamalarda
dînen bir sakınca yoktur. Ancak her işte olduğu
gibi, kız istemede de söze Allah’a “hamd” ve Resûlüne
“salâvat” ile başlamak İslâmî bir gelenektir. Çünkü Peygamberimiz
(s.a.s.), bu uygulamayı şöyle ifade etmiştir:
“Herhangi bir iş ki, Allah’a hamd ile başlamazsa, sonuçsuz
kalmaya mahkûmdur.” (Ebû Davud, Edeb, 21; İbn Mâce, Nikâh, 19)
b) Nikâh Duası
Nikâh merasimi için gerekli şartlar sağlandıktan sonra
bu merasimi icra edecek yetkili kişi, evlenme ile ilgili
en az birer ayet ve hadis zikrederek, nikâh sözleşmesinin
şartlarından, aile kurmanın ve evliliğin öneminden bahseder.
Şahitler ya da topluluk huzurunda evlenecek çiftlerin
olurunu alır ve aşağıdaki duayı okur:
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّ ةَالُ وَ السَّ مَالُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
وَ عَلٰى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَنَعُوذُ باِلِّٰهل مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا وَ مِنْ
سَيِّئَاتِ اَعْمَالِنَا وَنَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وََنَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ هٰذَا الْعَقْدَ مَيْمُونًا مُبَارَكًا وَاجْعَلْ بَيْنَهُمَا اُلْفَةً وَ
مَحَبَّةً وَ قَرَارًا وَ لَا تَجْعَلْ بَيْنَهُمَا نَفْرَةً وَ فِتْنَةً وَ فِرَارًا
اَللّٰهُمَّ اَلِّفْ بَيْنَهُمَا كَمَا اَلَّفْتَ بَ اٰدَمَ وَ حَوَّاءَ وَ كَمَا اَلَّفْتَ بَ مُحَمَّدٍ صَلَّ الٰهّلُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ وَ خَدِيجَةَ الْكُبْرَى رَضِيَ الٰهّلُ عَنْهَا وَ بَ
عَلِيٍّ رَضِيَ الٰهّلُ عَنْهُ وَ فَاطِمَةَ الزَّهْرَى رَضِيَ الٰهّلُ عَنْهَ اَللّٰهُمَّ اَعْطِ لَهُمَا
اَوْلَادًا صَالِحًا وَ عُمْرًا طَوِي وَ رِزْقًا وَاسِعًا رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا
وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍوَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا رَبَّنَآ اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً
وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا
يَصِفُونَۚ وَسَ مَالٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ وَالْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Okunuşu: “Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîne vas-salâtü
ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve
ashâbihî ecme’în.
Ve ne’ûzü billâhi min şurûri enfüsinâ ve min seyyiâti
a’mâlinâ.
Ve neşhedü ellâ ilâhe illallâhü ve neşhedü enne Muhammeden
‘abdühû ve Rasûlühü.
Allâhümmec’al hâzel-‘akde meymûnen mübârakâ.
Vec’al beynehümâ ülfeten ve mahabbeten ve karârâ. Velâ
tec’al beynehümâ nefraten ve fitneten ve firârâ.
Allâhümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme
ve Havvâe ve kemâ ellefte beyne Muhammedin sallallâhü
‘aleyhi ve selleme ve Hadîcete’l-Kübrâ radiyallâhü ‘anhâ
ve beyne ‘Aliyyin radıyallâhü ‘anhü ve Fâtımete’z-Zehrâ
radıyallâhü ‘anhâ.
Allâhümme a’tı lehümâ evlâden sâlihâ. Ve ‘umran
tavîlâ. Ve rizkan vâsi’â
Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrate
a’yünin vec’alnâ lil-müttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fil-âhırati hesaneh.
Ve kınâ ‘azâben-nâr.
Sübhâne Rabbike Rabbil-‘ızzeti ‘ammâ yasıfûn.
Ve selâmün ‘alel-mürselîn. Vel-hamdü lillâhi Rabbil-
‘âlemîn.”
Anlamı: “Allah’a hamd olsun. Peygamberimiz Hz.
Muhammed’e, âl ve ashabına salât ve selâm olsun.
Nefsimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah’a
sığınırız.
Bir tek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve O’nun ortağının
bulunmadığına şahadet ederiz. Hz. Muhammed’in
O’nun kulu ve resûlü olduğuna da şahadet ederiz. (bk. Ebû Davud,
Nikâh, 33; İbn Mâce, Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh, 16)
Allah’ım! Bu evlilik akdini mübarek eyle. Bu çiftler arasında
ülfet/geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, aralarında
nefret, geçimsizlik ve ayrılık var eyleme.
Allah’ım! Bu çiftlerin arasında Âdem (a.s.) ile Havva;
Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Hatice ve Hz. Ali (r.a.) ile
Hz. Fatıma (r.a.) arasındaki var olan ülfet, geçim ve kaynaşma
var eyle.
Allah’ım! Bu çifte salih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık
ihsan eyle.
Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı
kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder
eyle. (Furkan, 25/74)
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, güzellik ve nimet ver,
ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından
koru. (Bakara, 2/201)
Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rabb, onların
nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm
olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Sâffât,
37/180-182)”
c) Gelin Uğurlama Duası
Örf ve âdetlerimizde gelin babası evinden, erkek kardeşi
ya da bir yakını tarafından özel bir merasimle çıkarılır
ve uğurlanır. Uğurlama esnasında dua edilmesi yerinde bir
davranış olur. Duaya, Allah’a hamd ve Resûlüne salavat ile
başlanır ve Türkçe olarak şu dua yapılabilir:
“Ey Rabbimiz! Bu evliliği hayırlı ve mübarek eyle.
Allah’ım! Eşi ile birbirlerini, Peygamberimiz Hz. Muhammed
ile Hz. Hatice validemizin birbirlerini sevdikleri
gibi sevmeyi nasip eyle.
Kendilerine Hz. Âdem ile Havva annemiz arasına koyduğun
sevgi gibi bir sevgi var eyle.
Hz. Ali Efendimiz ile Fatıma validemiz gibi birbirlerini
sevdir. birbirlerine karşı kalplerini ısındır ve onları fitneden,
fesattan, nefretten ve düşmanlıktan muhafaza eyle.
Allah’ım! Kendisine takva, iffet, sıhhat, afiyet ve ihtiyaç
duyduğu her türlü güzellikleri nasip eyle.
Onu yardımından mahrum bırakma. Ona bol ve helâl rızık
ver. Verdiğin rızkı hakkında bereketli kıl. Onu kanaatkâr
eyle. Allah’ım! Ona anne olmayı ve anne şefkatini nasip et.
Tertemiz bir nesil lütfet. Şüphesiz sen duaları işitensin. Salih
evlat ihsan eyle.
Allah’ım! Ona, iffetini muhafaza ederek yaşamayı, namazını
kılan, orucunu tutan ve sana itaat eden bir kul olmayı
nasip eyle.
Evini; Kur’ân okunan, İslâm konuşulan ve meleklerin ziyaret
ettiği bir yuva olmasını nasip eyle. Sadakatten ayırma.
Eşini kendine bağlı ve vefalı eyle.
Eşiyle birlikte Senin rızana uygun olarak hareket etmeyi
nasip eyle.
Kötü arkadaş ve kötü komşudan uzak eyle. Kötü insanların
şerrinden, fitnesinden, iftiradan ve kıskançlıktan muhafaza
eyle.
Allah’ım! Kendisine seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi
ve sana yakın kılacak her işi sevmeyi nasip et. Ona imanı sevdir.
Gönlünde inkârcılığa, fasıklığa ve isyana karşı bir nefret
uyandır.
Allah’ım! Onu, sıkıntıdan, üzüntüden, acizlikten, tembellikten,
korkaklıktan, cimrilikten, kalp katılığından, gafletten,
zilletten ve meskenetten muhafaza eyle.
Allah’ım! Verdiğin güzellikleri, nimetleri ve yetenekleri
ondan çekip alma. Bundan sonraki her gününü bundan önceki
günlerinden daha mutlu ve huzurlu geçirmeyi nasip eyle.”
Tekbir ve salât ü selâm getirilerek duaya son verilir. ç) Zifafa giren kimsenin yapacağı dua:
Sahabeden İbn Abbas (r.a.)’ın rivayetine göre; Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden biriniz eşine
yaklaşmak istediğinde şöyle dua etsin:
بِسْمِ الِّٰهل اَللّٰهُمَّ جَنِّبْنَا الشَّيْطَانَ وَجَنِّبِ الشَّيْطَانَ مَا رَزَقْتَنَا
Okunuşu: “Bismillâh! Allâhümme cennibneş-şeytâne
ve cennibiş-şeytâne mâ razektenâ.”
Anlamı: “Allah’ın adıyla! Allah’ım! Şeytanı bizden ve
bize nasip edeceğin çocuktan uzaklaştır.” (Buhârî, Nikâh, 66; Ebû Davud,
Nikâh, 46; Tirmizî, Nikâh, 8; İbn Mâce, Nikâh, 27)
2. HATİM DUASI
Yüce Allah’ın son kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’i okumak,
ecir ve sevabı en yüksek olan bir ibadettir. Hatta
selef âlimlerinin ifadelerine göre ibadetler içerisinde hiç
birisi Kur’ân okumaya denk değildir. Nitekim ayette de,
Kur’ân okumanın asla zarar etmeyecek bir kazanç olduğu
belirtilmiştir: “Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı
dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla
zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.” (Fâtır, 35/29)
Bir başka ayette ise mü’minler, gece hayatlarını Kur’ân
ile meşgul olarak geçirdikleri için övülürler: “Onların (Kitap
ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde
ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan
bir topluluk da vardır.” (Âl-i İmrân, 3/113)
Kur’ân okumanın, Müslümanların asla vazgeçemeyeceği
bir görev olması gerektiğini beyan eden Peygamberimiz
(s.a.s.), şu güzel benzetmeyle bizleri Kur’ân okumaya
teşvik etmiştir: “Kur’ân okuyan mü’min, kokusu ve tadı güzel
olan turunç gibidir. Kur’ân okumayan mü’min, tadı güzel
ve fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân okuyan
münafık, kokusu güzel fakat tadı acı olan fesleğen otu gibidir.
Kur’ân okumayan münafık ise, kokusu olmayan acı yaban keleği
gibidir.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 36, Tevhid, 57)
Kur’ân-ı Kerim’in hatmedilmesi ve sonrasında yapılacak
uygulamayı belirten bir hadiste, İbn Abbas (r.a.)’dan
rivayete göre, bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)’e, “Allah’ın en
çok sevdiği amel hangisidir” diye sordu. O da; “Konup göçendir”
dedi. O kişi; “Konup göçen kimdir” diye sorunca, Peygamberimiz
(s.a.s.); “Kur’ân’ı başından sonuna kadar okuyan,
bitirince hemen tekrar başlayandır, dedi” (Tirmizî, Kıraat, 4)
Bu hadisin müjdesine nail olmak ümidiyle Müslümanlar
son sûreyi (Nâs sûresi) okuduktan sonra Fâtiha ile
Bakara sûresinin başından ilk beş ayeti okumaktadırlar ki,
halk arasında bu uygulama oldukça yaygın bir hâle gelmiştir.
Bu uygulamanın dayanağını teşkil eden yukarıdaki hadis
ile sahabe ve tabiinden nakledilen birçok rivayete göre,
Kur’ân’ın hatminden sonra dua etmek sünnettir. Kuvvetli
derecede müstahab olduğu da söylenmiştir. (bk. Nevevî, el-Ezkâr,
s.136)
Hatim bittikten sonra, duanın kabul olma şartlarına da
riayet ederek, hatim duasına şu cümlelerle başlamak uygun
görülmüştür:

Hatim Duası

Yüce Allah’ın son kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’i okumak,
ecir ve sevabı en yüksek olan bir ibadettir. Hatta
selef âlimlerinin ifadelerine göre ibadetler içerisinde hiç
birisi Kur’ân okumaya denk değildir. Nitekim ayette de,
Kur’ân okumanın asla zarar etmeyecek bir kazanç olduğu
belirtilmiştir: “Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı
dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla
zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.” (Fâtır, 35/29)
Bir başka ayette ise mü’minler, gece hayatlarını Kur’ân
ile meşgul olarak geçirdikleri için övülürler: “Onların (Kitap
ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde
ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan
bir topluluk da vardır.” (Âl-i İmrân, 3/113) Kur’ân okumanın, Müslümanların asla vazgeçemeyeceği
bir görev olması gerektiğini beyan eden Peygamberimiz
(s.a.s.), şu güzel benzetmeyle bizleri Kur’ân okumaya
teşvik etmiştir: “Kur’ân okuyan mü’min, kokusu ve tadı güzel
olan turunç gibidir. Kur’ân okumayan mü’min, tadı güzel
ve fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân okuyan
münafık, kokusu güzel fakat tadı acı olan fesleğen otu gibidir.
Kur’ân okumayan münafık ise, kokusu olmayan acı yaban keleği
gibidir.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 36, Tevhid, 57)
Kur’ân-ı Kerim’in hatmedilmesi ve sonrasında yapılacak
uygulamayı belirten bir hadiste, İbn Abbas (r.a.)’dan
rivayete göre, bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)’e, “Allah’ın en
çok sevdiği amel hangisidir” diye sordu. O da; “Konup göçendir”
dedi. O kişi; “Konup göçen kimdir” diye sorunca, Peygamberimiz
(s.a.s.); “Kur’ân’ı başından sonuna kadar okuyan,
bitirince hemen tekrar başlayandır, dedi” (Tirmizî, Kıraat, 4)
Bu hadisin müjdesine nail olmak ümidiyle Müslümanlar
son sûreyi (Nâs sûresi) okuduktan sonra Fâtiha ile
Bakara sûresinin başından ilk beş ayeti okumaktadırlar ki,
halk arasında bu uygulama oldukça yaygın bir hâle gelmiştir.
Bu uygulamanın dayanağını teşkil eden yukarıdaki hadis
ile sahabe ve tabiinden nakledilen birçok rivayete göre,
Kur’ân’ın hatminden sonra dua etmek sünnettir. Kuvvetli
derecede müstahab olduğu da söylenmiştir. (bk. Nevevî, el-Ezkâr,
s.136)
Hatim bittikten sonra, duanın kabul olma şartlarına da
riayet ederek, hatim duasına şu cümlelerle başlamak uygun
görülmüştür: صَدقَ الل الْعَظي۪مُ وَبَلَّغَ رَسُولُهُ الْكَري۪مُ وَنَحْنُ عَلَى ذٰالِكَ مِنَ الشَّاهِدي۪نَ
رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدي۪نَ
Okunuşu: “Sadeka’llâhül-‘azîmü ve belleğa Rasûlühül-
kerîm. Ve nahnü ‘alâ zâlike mineş-şâhidîn.
Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte vet-teba’ner-Rasûle
fektübnâ me’aş-şâhidîn.”
Anlamı: “Yüce olan Allah şüphesiz doğru söylemiştir. Onu
Peygamberimiz (s.a.s.) bize ulaştırmıştır.
Biz de bu duruma şahit olanlardanız.
Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e
uyduk. Artık bizi şahidlerle beraber yaz.” (Âl-i İmrân, 3/53)
Ya da kısaca:
سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِيِّ الْاَعْلَى الْوَهَّابِ
Okunuşu: “Sübhâne Rabbiyel-‘aliyyil-â’lel-veh-hâb.”
Anlamı: “Yüce, ulu ve lütufkâr olan Rabbimi tesbih ederim”
dedikten sonra duaya başlanır.
Yukarıdaki kısa hatim duasından başka, bir örnek olarak
aşağıda yer alan Arapça hatim duası veya Türkçesi de
okunabilir:
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ وَلاَعُدْوَانَ اِلاَّ عَلَي الظَّالِم وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰي رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَاٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَع۪نيَ
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمي۪عُ الْعَلي۪مُ
وَتُبْ عَلْيْنَا يَا مَوْلاَنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحي۪مُ
وَاهْدِنَا وَوَفِّقْنَا اِليَ الْحَقِّ وَاِلَي طَري۪قٍ مُسْتَقي۪مٍ بِبَرَكَةِ الْقُرْاَنِ الْعَظي۪مِ
وَبِحُرْمَةِ مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪نيَ
وَاعْفُ عَنَّا يَا كَري۪مُ وَاعْفُ عَنَّا يَا رَحي۪مُ
وَاغْفِرْلَنَا ذُنُوبَنَا بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ يَا اَكْرَمَ الْاَكْرَم۪نيَ
اَللّٰهُمَّ زَيِّنَّا بِزي۪نَةِ الْقُرْاَنِ وَاَكْرِمْنَا بِكَرَامَةِ الْقُرْاَنِ وَشَرِّفْنَا بِشَرَافَةِ
الْقُرْاَنِ وَاَلْبِسْنَا بِخِلْعَةِ الْقُرْاَنِ وَاَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ بِشَفَاعَةِ الْقُرْاَنِ وَعَافِنَا
مِنْ كُلِّ بَلاَءِ الدُّنْيَا وَعَذَابِ الْاَخِرَةِ بِحُرْمَةِ الْقُرْاَنِ وَارْحَمْ جَميِ۪عَ اُمَّةِ
مُحَمَّدٍ يَارَحي۪مُ يَارَحْمَانُ
اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاَنَ لَنَا فِي الدُّنْيَا قَري۪نًا وَفِي الْقَبْرِ مُونِسًا وَفِي الْقِيَامَةِ
شَفي۪عًا وَعَلَي الصِّرَاطِ نُورًا وَاِليَ الْجَنَّةِ رَفي۪قًا وَمِنَ النَّارِ سِتْرًا وَحِجَابًا
وَاِلَي الْخَيْرَاتِ كُلِّهَا دَلي۪لًا وَاِمَامًا بِفَضْلِكَ
وَجُودِكَ وَكَرَمِكَ يَاكَري۪مُ
اَللّٰهُمَّ اهْدِنَا بِهِدَايَةِ الْقُرْاَنِ وَنَجِّنَا مِنَ النّ۪يرَا نِ بِكَرَامَةِ الْقُرْاَنِ وَارْفَعْ
دَرَجَاتِنَا بِفَضِيلَةِ الْقُرْاَنِ وَكَفِّرْعَنَّا سَيِّاٰتِنَا بِتِلاَوَةِ الْقُرْاَ نِ يَاذَا الْفَضْلِ
وَالْاِحْسَانِ
اَللّٰهُمَّ طَهِّرْ قُلُوبَنَا وَاسْتُرْ عُيُوبَنَا وَاشْفِ مَرْضَانَا وَاقْضِ دُيُونَنَا وَبَيِّضْ
وُجُوهَنَا وَارْفَعْ دَرَجَاتِنَا وَارْحَمْ اٰبَائَنَا وَاغْفِرْ اُمُّهَاتِنَا وَاَصْلِحْ دي۪نَنَا
وَدُنْيَانَا وَشَتِّتْ شَمْلَ اَعْدَائِنَا وَاحْفَظْ اَهْلَنَا وَاَمْوَالَنَا وَبِلاَدَنَا مِنْ
جَمي۪عِ الْاٰفَاتِ وَالْاَمْرَاضِ وَالْبَلاَيَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَي الْقَوْمِ
الْكَافِري۪نَ بِحُرْمَةِ الْقُرْاَنِ الْعَظي۪مِ
اَللّٰهُمَّ بَلِّغْ ثَوَابَ مَا قَرَئْنَاهُ وَنُورَ مَاتَلَوْنَاهُ اِلَي رُوحِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَّي
الٰهّلُ تَعَالَي عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
وَاِلَي اَرْوَاحِ جَم۪يعِ اِخْوَانِهِ مِنَ الْاَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَل۪ينَ صَلَوَاتُ الِّٰهل
وسََ مَالهُ علَيَهِْم اجَْمعَ۪ينَ
وَاِلَي اَرْوَاحِ اٰلِهِ وَاَوْلَادِهِ وَاَزْوَاجِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاَتْبَاعِهِ وَجَم۪يعِ ذُرِّيَّاتِهِ
رِضْوَانُ الِّٰهل تَعَالَي عَلَيْهِمْ اَجْمَع۪ينَ
وَاِلَي اَرْوَاحِ اٰبَائِنَا وَاُمَّهَاتِنَا وَاِخْوَانِنَا وَاَخَوَاتِنَا وَاَوْلَادِنَا وَاَقْرِبَائِنَا
وَاَحِبَّائِنَا وَاَصْدِقَائِنَا وَاَسَاتي۪ذِنَا وَلِمَنْ كَانَ لَهُ حَقٌّ عَلَيْنَا وَلِجَمي۪عِ
الْمُؤْمِن وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُسْلِم وَالْمُسْلِمَاتِ
اَلْاَحْيَاءِ مِنْهُمْ وَالْاَمْوَاتِ
يَاقَاضِيَ الْحَاجَاتِ وَيَا مُجي۪بَ الدَّعَوَاتِ
اِسْتَجِبْ دُعَائَنَا بِرَحْمَتِكَ يَااَرْحَمَ الرَّاحِم۪نيَ
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ وَسَ مَالٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ وَالْحَمْدُ
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Okunuşu: “Elhamdü lillâhi Rabbil-‘âlemîn.
Vel-‘âkibetü lil-müttekîn.
Velâ ‘udvâne illâ ‘alez-zalimîn.
Ves-salâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve
‘âlihî ve sahbihî ecme’în. Rabbenâ takabbel minnâ inneke entes-semî’u’l-‘alîm.
Ve tüb ‘aleynâ yâ Mevlânâ inneke entet-tevvâbür-
Rahîm.
Vehdinâ ve veffiknâ ilel-hakkı ve ilâ tarîkın müs-tekîm.
Bi beraketi’l-Kur’ânil-‘azîm. Ve bi hürmeti men erseltehû
rahmeten lil-‘âlemîn.
Va’fü ‘annâ yâ Kerîm.
Va’fü ‘annâ yâ Rahîm.
Vağfir lenâ zünûbenâ bi fadlike ve keramike yâ ekramelekramîn.
Allâhümme zeyyinnâ bi zînetil-Kur’ân.
Ve ekrimnâ bi kerâmetil-Kur’ân.
Ve şerrifnâ bi şerâfetil-Kur’ân.
Ve elbisnâ bi hil’atil-Kur’ân.
Ve edhilnel-cennete bi şefâatil-Kur’ân.
Ve ‘âfinâ min külli belâid-dünyâ ve ‘azâbil-âhirati bi
hurmetil-Kur’ân.
Verham cemî’a ümmet-i Muhammedin yâ Rahîmü yâ
Rahmân.
Allâhüme’c’alil-Kur’âne lenâ fid-dünyâ karînâ.
Ve fi’l-kabri mûnisâ.
Ve fil-kıyâmeti şefî’ân ve ‘ales-sırâti nûrâ.Ve ilel-cenneti rafîkâ.
Ve minen-nâri sitran ve hicâbâ.
Ve ilel-hayrâti küllihâ delîlen ve imâmâ. Bi fadlike ve
cûdike ve keramike yâ Kerîm.
Allâhümmehdinâ bi hidayetil-Kur’ân.
Ve neccinâ minen-nîrâni bi kerâmetil-Kur’ân.
Verfa’ deracâtinâ bi fadîleti’l-Kur’ân.
Ve keffir ‘annâ seyyiâtinâ bi tilâvetil-Kur’âni yâ zelfadli
vel-ihsân.
Allâhümme tahhir kulûbenâ vestur ‘uyûbenâ.
Veşfi merdânâ vekdi duyûnenâ ve beyyid vücû-henâ
verfa’ deracâtinâ.
Verham âbâenâ veğfir ümmehâtinâ.
Ve eslih dînenâ ve dünyânâ ve şettit şemle a’dâinâ.
Vehfaz ehlenâ ve emvâlenâ ve bilâdenâ min cemî’ıl-âfâti
vel-emrâdi vel-belâyâ.
Ve sebbit akdâmenâ, vensurnâ ‘alel-kavmil-kâfirîn. Bi
hurmetil-Kur’ânil-‘azîm.
Allâhümme belliğ sevâbe mâ kara’nâhü.
Ve nûra mâ televnâhü ilâ rûhi seyyidinâ Muhammedin
sallâllahü te’âlâ ‘aleyhi ve sellem.
Ve ilâ ervâhi cemî’ı ihvânihî minel-enbiyâi velmurselîn.
Salevâtullâhi ve selâmühû ‘aleyhim ecma’în. Ve ilâ ervâhi âlihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve ashâbihî ve
etbâ’ıhî ve cemî’ı zürriyyâtihî rıdvânullâhi te’âlâ ‘aleyhim
ecma’în.
Ve ilâ ervâhi âbâinâ ve ümmehâtinâ ve ihvâninâ
ve ehavâtinâ ve evlâdinâ ve akribâinâ ve ehibbâinâ ve
asdikâinâ ve esâtîzinâ ve limen kâne lehû hakkun ‘aleynâ
ve li cemî’ıl-mü’minîne vel-mü’minâti vel-müslimîne velmüslimâti,
el-ahyâi minhüm vel-emvâti.
Yâ kâdiyel-hâcâti! Ve yâ mücîbed-de’avâti! İstecib
du’âenâ bi rahmetike yâ erhamer-râhimîn.
Sübhâne Rabbike Rabbil-‘ızzeti ‘ammâ yasıfûn. Ve
selâmün ‘alel-mürselîn. Vel-hamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn.
el-Fatiha
Anlamı: “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. İyi
sonuç müttakilerindir. Düşmanlık ancak zalimler içindir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, onun bütün ehl-i
beytine ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Ey Rabbimiz! Bizden ibadetlerimizi kabul buyur! Şüphesiz
ki sen her şeyi işiten ve her şeyi bilensin.
Ey Mevlamız! Bizim tövbelerimizi kabul eyle! Şüphesiz
ki sen tövbeleri çok çok kabul eden ve merhametli olansın.
Bize hidayet ver! Hak yola ve sırat-ı müstakime ulaşmayı
bizi muvaffak eyle! Yüce Kur’ân’ın hürmetine, âlemlere rahmet
olarak gönderdiğin Peygamber hürmetine. Bizi bağışla. Ey Rahim olan Allah! Bizi bağışla. Ey ikram
edenlerin en keremlisi olan Allah! Lütfunla ve ihsanınla
bizim günahlarımızı bağışla.
Allah’ım! Bizi Kur’ân süsü ile süsle. Kur’ân ile bize lütfet!
Kur’ân ile bizi şereflendir. Kur’ân elbisesini bize giydir.
Kur’ân hürmetine bizi cennetine koy. Kur’ân hürmetine dünyadaki
belalardan ve ahiret azabından bizi koru. Ey Rahim,
Ey Rahman! Ümmet-i Muhammed’in tamamına merhamet
et.
Allah’ım! Kur’ân’ı bize dünyada yoldaş eyle. O’nu bize kabirde
dost eyle. Kıyamet günü onu bize şefaatçi kıl, sırat köprüsü
üzerinde onu bize nur eyle. Cennette onu bize yoldaş eyle.
Cehennem ateşine karşı onu bize perde ve engel kıl. İhsanın,
cömertliğin ve keremin ile tüm hayırlı yollar için onu bize önder
kıl.
Kur’ân hidayeti ile bizi hidayete eriştir. Kur’ân’ın hürmetine
bizi ateşten koru. Kur’ân hürmetine bizim derecemizi
yükselt. Okunan Kur’ân hürmetine günahlarımızı bağışla. Ey
lütuf ve ihsan sahibi!
Allah’ım! Kalplerimizi temizle. Kusurlarımızı ört. Hastalarımıza
şifa ver. Borçlarımızı ödemeye yardım et. Yüzümüzü
aydınlat. Derecemizi yükselt. Babalarımıza merhamet
et. Annelerimizi bağışla. Din ve dünya işlerimizi ıslâh
et. Düşmanlarımızın bize saldırısını bertaraf eyle. Ailemizi,
mallarımızı, memleketimizi her türlü afetlerden, hastalıklardan
ve belalardan koru. Ayaklarımızı sabit eyle, kâfir toplumlara
karşı bize yardım et. Yüce Kur’ân hürmetine. Allah’ım! Okuduğumuz ve tilavet ettiğimiz Kur’ân’ın
sevabını ve nurunu Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in
ruhuna ulaştır. Ve onun kardeşleri olan tüm peygamberlerin
(a.s.) ruhlarına ulaştır. Ve Peygamberimiz s.a.s.)’in ehlinin,
çocuklarının, hanımlarının, ashabının, tabiinin ve bütün
zürriyetinin ruhlarına ulaştır.
Hayatta olan veya vefat etmiş olan babalarımızın, annelerimizin,
kardeşlerimizin, evladımızın, akrabalarımızın,
sevdiklerimizin, dostlarımızın, hocalarımızın, üzerimizde
hakkı olan herkesin ve Müslüman olan bütün kadın ve erkeğin
ruhlarına ulaştır.
Ey ihtiyaçları gideren Allah! Ey dualara icabet eden Allah!
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Dualarımızı kabul
et. Tüm peygamberlere salât ve selâm olsun.
Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların
nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selam
olsun. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” Fâtiha, denir
ve Kur’ân’ın birinci sûresi (Fâtiha) okunur.

Mevlid Duası

Bilindiği üzere ülkemizde yaygın olarak icra edilen
mevlid merasimleri evlilik, doğum, ölüm gibi farklı sebeplerden
dolayı yapılmaktadır. Genellikle Süleyman
Çelebi’nin nazım olarak yazdığı eser okunmaktadır. Merasimin
çeşidine ve cemaatin konumuna göre genel olan
dualar yapılabilir. Peygamberimiz (s.a.s.)’den nakledilen
duaların benzeri olan ifadelerle dua yapılması daha uygundur. Bir örnek olarak şu dua yapılabilir:
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ وَلاَعُدْوٰانَ اِلَّا عَلَي
الظَّالِم وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰي رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰي اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪
اَجْمَعِينَ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمي۪عُ الْعَلي۪مُ وَتُبْ عَلْيْنَا يَا
مَوْلاَنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحي۪مُ وَاهْدِنَا وَوَفِّقْنَا اِليَ الْحَقِّ وَاِلَي طَري۪قٍ
مُسْتَقي۪مٍ وَاعْفُ عَنَّا يَا كَري۪مُ وَاعْفُ عَنَّا يَا رَحي۪مُ وَاغْفِرْلَنَا ذُنُوبَنَا
بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ يَا اَكْرَمَ الْاَكْرَم وَ يَا اَرْحَمَ ا لرَّاحِمِينَ
Okunuşu: “Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn.
Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. ve lâ ‘udvâne illâ ‘alezzâlimîn.
Vas-salâtü ves-selâmü ‘alâ Resûlinâ Muhammediv ve
‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes-semî’ul-‘alîm.
Ve tüb ‘aleynâ yâ Mevlânâ inneke entet-tevvâbürrahîm.
Vehdinâ ve veffiknâ ilel-hakkı ve ilâ tarîkın müstekîm.
Va’fu ‘annâ yâ Kerîm.
Va’fü ‘annâ yâ Rahîm.
Vağfir lenâ zünûbenâ bi fadlike ve keramike yâ ekramelekramîne
ve ya erhamer-râhımîn.”
“Allah’ım! Senin rızanı umarak burada toplandık, huzuruna
geldik, boynumuzu büktük, elimizi açtık, bizi kapından
boş çevirme. Ey Yüce Rabbimiz! Yüce kitabın Kur’ân ile bizleri huzura
ve mutluluğa ulaştır. Kur’ân’ı okumayı, anlamayı ve gereği
gibi yaşamayı hepimize nasip eyle.
Ey Rabbimiz! Yaptığımız hatalara, kusurlara, günahlara
pişman olduk, tövbe ediyoruz, bizi bağışla.
Ya Rabbi! Bizi Sırat-ı Müstakim üzere daim eyle. Şeytanın
kalbimize girip bizi saptırmasına fırsat verme. Zikrinle
kalplerimizi nurlandır, sevginle kalplerimizi doldur, rahmetini
bizden esirgeme.
Bazı yüzlerin ağarıp, bazılarının kararacağı o günde,
yüzleri ak, gönlü pak olan; sevgili Peygamberimizin hamd
sancağı altında toplanan mesut ve bahtiyar kullardan olmayı,
onlarla beraber cennete girmeyi ve cemalini seyretmeyi bizlere
nasip eyle.
Ey Mevlamız! Mülkün sahibi sensin. Dilediğine mülkü
verir, dilediğinden alırsın. Hayır, senin elinde, sen her şeye kadirsin.
Kalplerimizi doğru yola ilettikten sonra bir daha eğriltme.
Sen lütufkârsın, istediğini verensin. Bize dünyada da
ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.
Sen affedicisin, affı seversin; bizi affeyle. Bizi korktuklarımızdan
emin kıl, umduklarımıza ulaştır.
Ey Rabbimiz! Yurdumuzu, milletimizi ve bütün İslâm
diyarını her türlü afetlerden, belalardan, zelzelelerden, yangınlardan
ve düşman istilasından koru. Ülkemize kem gözle
bakan iç ve dış düşmanlara fırsat verme. Birlik ve beraberliğimizi
bozma. Kalplerimizdeki her türlü ayrılık sebeplerini gider.
Ülkemizi, milletimizi ve vatanımızı ilelebet payidar eyle. Ya Rabbi! Bizi ve neslimizi İslâm’a ve Kur’ân’a bağlı
insanlar eyle. Bizi Müslüman olarak yaşat, bizi İslâm’dan
ayırma, Müslüman olarak canımızı al. Gönlümüzdeki İslâm
nurunu söndürmek isteyenlere fırsat verme. Hakkı, hak olarak
görmeyi ve ona uymayı, batılı batıl olarak görmeyi ve ondan
kaçınmayı bizlere nasip eyle.
Ey Yüce Rabbimiz! Okuduğumuz Mevlid-i şerifi, sûreleri,
ayetleri ve salâvat-ı şerifeleri dergâh-ı ulûhiyetinde kabul eyle.
Hâsıl olan sevabı, peygamberlerin ilki Hz. Âdem ile sonuncusu
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ve her ikisi arasında
gelmiş-geçmiş bütün peygamberlerin mübarek ruhlarına
hediye eyledik, kabul eyle. Sevgili Peygamberimizin âlinin,
ezvacının, ashabının ve etbaının ruhlarına hediye eyledik,
vasıl eyle.
Evliyanın, asfiyanın, âlimlerimizin ve ahirete imanla
gitmiş mü’minlerin ruhlarına hediye eyledik, vasıl eyle. El
açarak âmin diyen buradaki hazır bulunan cemaatin geçmişlerinin
ruhlarına hediye ediyoruz, kabul eyle.
Özellikle bu mevlid-i şerifin okunmasına sebep olanların
geçmişlerinin ruhlarına hediye ediyoruz, ikram eyle.
Allah’ım! Gönderdiğin Tevrat, Zebûr, İncil ve Kur’ân
hürmetine… Bütün sevdiklerin hürmetine, habibin Hz Muhammed
Mustafa (s.a.s.) hürmetine dualarımızı kabul eyle.
Âmin! Bi hurmeti Seyyidi’l-Murselîn, ve’l-hamdü lillâhi
Rabbi’l-âlemîn el-fâtiha.”

Vaaza Başlarken Yapılabilecek Dua

Vaaz, herhangi bir konuda insanları iyiliğe sevk etmek
için söylenen söz, nasihat, öğüt, bir kimseye kalbini yumuşatacak
surette sevap ve ikaba dair söz söylemek, nasihat
etmek demektir.
Peygamberimiz (s.a.s.), bu görevi en güzel şekilde yerine
getirmiş ve insanlara örnek olmuştur. Her hayırlı işte
olduğu gibi vaaza başlarken de Allah’a hamd ve Resûlüne
salâvat getirmek, Peygamberimiz (s.a.s.)’in sünnetidir. (Ebû
Davud, Edeb, 21; İbn Mâce, Nikâh, 19) Yapılacak vaaz konusu ile ilgili
en az bir ayet ve hadis zikredilir ve işlenecek konuya
başlanır.
Vaaza başlanırken genellikle şu dua okunur:
الَْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى
اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَع۪ينَ صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ صَلُّوا عَلَى طَبي۪بِ
قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ صَلُّوا عَلَى شَفي۪عِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى
وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ
لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلي۪مُ الْحَكي۪مُ سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا
فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَري۪مُ
اَعُوذُ بِا لِّٰهل مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجي۪مِ بِسْمِ الِّٰهل الرَّحْمٰنِ الرَّحي۪مِ
(Konu ile ilgili bir ayet okunur)
Anlamı: “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.
Salât ve selâm Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in,
ailesinin ve bütün ashabının üzerine olsun. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e salât getirin.
Kalplerin tabibi Hz. Muhammed’e salât getirin.
Günahlarımızın şefaatçisi Hz. Muhammed’e salât getirin.
Ey Rabbim! Göğsümü ferah eyle, işimi kolaylaştır.
Dilimin bağını çöz de sözümü anlasınlar.
(Ya Rabbi) Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Senin bize öğrettiğinin dışında bizim ilmimiz yoktur.
Şüphesiz Sen, her şeyi en iyi bilen, her işi hikmetli olansın.
(Ya Rabbi) Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Senin bize gerçeği anlattığının dışında bizim anlama
imkânımız yoktur. Şüphesiz Sen çok cömertsin ve çok ikram
sahibisin.
Kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığınırım.Rahman Rahim
Allah’ın adı ile.”

Nimete Kavuşunca Yapılabilecek Dua

Nimete kavuşunca şükretmek, musibetle karşılaşınca
sabretmek, her hâlükârda Allah’a hamd etmek mü’minin
temel görevidir. Çünkü Allah, şükredenlere, nimetini artıracağını
ve onları bağışlayacağını bildirmiştir. (İbrahim, 14/7)
“Hamd”, Allah’ı övmek, her türlü nimet, iyilik ve
güzelliğin Allah’a ait olduğunu itiraf etmek ve bunu
dile getirmektir. Allah’a hamd etmeyi en güzel ifade
eden el-hamdülillah cümlesidir. Bu cümle, Kur’ân’da “Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur)” şeklinde
yirmi üç yerde, “Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemin (âlemlerin
Rabbi olan Allah’a hamdolsun)” şeklinde yedi yerde geçmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.)’in her hâl ve şartta Allah’a
hamd ve şükrettiği bilinen bir husustur. Çünkü en faziletli
dua Elhamdülillâh diyerek yapılan duadır. Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
أَفْضَلُ الذِّكْرِ لَا إِلٰهَ إِلٰاّ الٰهّلُ وَأَفْضَلُ الدُّعَاءِ اَلْحَمْدُ ل
“En faziletli zikir, ‘Lâ ilâhe illâllah’ diyerek yapılan zikirdir.
En faziletli dua ise ‘Elhamdü lillâh’ demektir.” (Tirmizî,
De’avât, 9)
Bir duasında Peygamberimiz (s.a.s.), Allah’a şöyle
hamd etmiştir:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَسْأَلُكَ الثَّبَاتَ فِي الْأَمْرِ وَ أَسْأَلُكَ عَزي۪مَةَ الرُّشْدِ وَأَسْأَلُكَ شُكْرَ
نِعْمَتِكَ وَحُسْنَ عِبَادَتِكَ وَأَسْأَلُكَ لِسَانًا صَادِقًا وَقَلْبًا سَلي۪مًا وَأَعُوذُ بِكَ
مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ وَأَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ وَأَسْتَغْفِرُكَ مِمَّا تَعْلَمُ إِنَّكَ أَنْتَ
عَلٰاّمُ الْغُيُوبِ
Okunuşu: “Allâhümme innî es’elüke’s-sebâte fi’l-emri,
ve es’elüke ‘azîmete’r-ruşdi.
Ve es’elüke şükra ni’metike ve husne ‘ıbâdetike.
Ve es’elüke lisânen sâdikan ve kalben selîmâ.
Ve e’ûzü bike min şerri mâ ta’lemü ve es’elüke min
hayri mâ ta’lemü. Ve esteğfiruke mimmâ ta’lemü. İnneke ente ‘allâmü’lğuyûb.”
Anlamı: “Allah’ım! Senden dinde sebat etmeyi istiyorum
ve doğruluğa da azmetmeyi istiyorum.
Nimetine şükretmeyi ve sana güzel ibadette bulunmayı
istiyorum.
Doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalp istiyorum.
Senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum. Bildiğin
bütün hayırları senden istiyorum.
Bildiğin günahlardan sana istiğfar ediyorum. Şüphesiz ki
gaybı en iyi sen bilirsin.” (Tirmizî, De’avât, 23)
Allah’ın verdiği sayısız nimetlere (İbrahim, 14/34) hamd
ve şükredebilmek için Allah’a hakkıyla kulluk etmek gerekir.
Peygamberimiz (s.a.s.), geceleri ayakları şişinceye kadar
namaz kılardı. Kendisine; “Allah, senin geçmiş ve gelecek
günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)”
denildiğinde;
أَفَلاَ أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا
“Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir.
(Buhârî, Teheccüd, 6; Tefsir-Fetih, 324; Nesâî, Kıyamü’l-Leyl, 17)
Sözle Elhamdülillah diyen Allah’a şükretmiş olur. Fiilî
şükür ise, Allah’ın verdiği nimetlerin cinsinden Allah’ın
kullarını da yararlandırmaktır. Meselâ ilmin şükrü, ilmini
başkalarına öğretmek, malın-paranın şükrü, muhtaçlara
ve hayır kurumlarına yardım etmektir. İyilik edene teşekkür etmek de o nimete şükretmek
sayılır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), insanlara teşekkürü,
Allah’a şükürle eş değerde zikretmiştir:
منَ لا يشَْكرُ اِلنَّاسَ لا يشَْكرُ اِللّٰه تََعَالَى
“Halka teşekkürde bulunmayan Allah’a da şükretmez.”
(Tirmizî, Birr, 35; Ebû Davud, Edeb, 12)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in terbiyesinde hayat bulan
sahabe de O’nun ahlâkını aynen yaşatmışlardır. Rivayete
göre bir gün Hz. Ömer (r.a.), oğlu Abdullah’ı Hz. Âişe
(r.a.)’ye göndererek Peygamberimiz (s.a.s.)’in kabri yanına
defnedilmek için izin vermesini istedi. Abdullah, durumu
Hz. Âişe’ye arz ettikten sonra olumlu haberi duyan Hz.
Ömer;
اَلْحَمْدُ مَا كَانَ شَيْءٌ أَهَمَّ إِلَيَّ مِنْ ذٰالِكَ
“Allah’a hamd olsun! Bundan daha önemli bir şey olamaz
benim için, dedi.” (Buhârî, Cenaiz, 94)
∗ Sahabeden Üsâme b. Zeyd (r.a.), Peygamberimiz
(s.a.s.)’in, şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Kendine bir iyilik yapılan kişi, o iyiliği yapana;
‘Cezâke’llâhü hayrâ (Allah, senin mükâfatını bolca versin)
derse, en güzel övgüyü yerine getirmiş olur.” (Tirmizî, Birr, 87)
Bir nimete kavuşunca veya beklenen güzel bir haberi
duyunca, Allah’a hamd ile dua edilmelidir. Bu, “elhamdülillah”
diyerek yerine getirildiği gibi, “Allah’ım sana
hamd olsun, sana şükürler olsun!”, insanlara karşı ise; “Allah
senden razı olsun, Allah sana mükâfatını versin…” gibi dua lar yapmak ve teşekkür etmekle de yerine getirilir.

Musibetle Karşılaşınca Yapılabilecek Dua

“Musibet”; baş ağrısından sel felaketine varıncaya kadar
insanın canına, malına, işine, eşine, evine ve çocuklarına
isabet eden ve insanı üzen her şeydir.
a) Belaya Uğrayanı Görünce
Sahabeden Ebû Hüreyre (r.a.)’nin bildirdiğine göre
Peygamber Efendimiz; “Derde düşmüş birini gören kimse,
اَلْحَمْدُ الَّذ۪ي عَافاَن۪ي مِمَّا اِبْتَلاَكَ بِه۪ وَفَضَّلَن۪ي عَلىَ كَثي۪رٍ مِمَّنْ خَلَقَ
تفَضْيل۪اً
Okunuşu: “Elhamdülillâhillezî ‘âfânî mimmâ ibte-lâke
bihî ve feddalenî ‘alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlâ.”
Anlamı: “Beni, seni mübtela kıldığı şu şeyden esirgeyen
ve beni yarattıklarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamd
olsun, derse, o belâ ona sirayet etmez” buyurmuştur. (Tirmizî,
De’avât, 38; İbn Mâce, Dua, 22)
Kuşkusuz hiç kimse bir bela ve musibete maruz kalmak
istemez. Bu nedenle bir hastalığa maruz kalan veya felakete
uğrayan kişi ziyaret edildiğinde ona teselli verilmeli ve
imkânlar elverdiğince maddî-manevî yardım edilmelidir.
Kendisinin de böyle bir musibete düşmediği için Allah’a
dua edip, şükretmelidir.
Hadisteki “ibtilâ” imtihan ve deneme anlamına gelir ve
bu kelime hem hayr için hem de şer için kullanılır وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz.
Ancak bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ, 21/35) anlamındaki ayet
bunun delilidir.
Hadiste ifade edilen imtihan hem maddî, hem de
manevî olabilir. Her iki durumda da müslümana düşen
görev, her türlü olumsuzluklara karşı sabrederek bu imtihanı
başarması ve Rabbine karşı isyan etmemesidir.
Kur’ân-ı Kerim’de; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla
bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz” buyrulduktan
sonra, إِنَّا وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ İnnâ lillâhi ve innâ
ileyhi râci’ûn. “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz
ve şüphesiz O’na döneceğiz” diyerek sabredenlerin müjdelenmesi
ve onların Rableri katında rahmet ve merhamete
mazhar olacağı ve bu kimselerin doğru yola ulaştırılacağı
bildirilmektedir. (Bakara, 2/155–157; Ayrıca bk. Âl-i İmrân, 3/173)
b) Fakirlikten Korunmak İçin
Zenginlik ve fakirlik bir olgudur. Her toplumda zengin
de fakir de vardır. Kur’ân’da pek çok ayette Allah’ın istediğine
hesapsız derecede rızık vereceği bildirilmektedir
(Meselâ bk. Âl-i İmrân, 3/27). İnsanlara malı-mülkü veren de alan
da Allah’tır. (Âl-i İmrân, 3/27) Ancak Allah kimsenin emeğini
zayi etmez, çalışanın karşılığını verir. Bu itibarla insanlar
çalışarak Allah’ın nimetlerinden faydalanmaya çalışmalı,
fakirlikten de Allah’a sığınmalıdır. Peygamberimiz (s.a.s.),
şöyle dua ederek fakirlikten Allah’a sığınmış ve bize örneklik
etmiştir: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكُفْرِ وَالْفَقْرِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike mine’l-küfri
ve’l-fakri.”
Anlamı: “Allah’ım! Küfre düşmekten ve fakirlikten sana
sığınırım.” (Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, İsti’âze, 28; No:7920; Ahmed
b.Hanbel, V, 36)
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ زَوَالِ نِعْمَتِكَ وَتَحَوُّلِ عَافِيَتِكَ وَفُجَاءَةِ نِقْمَتِكَ
وجَمَيِع سَخطَكَِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike min zevâli
ni’metike ve tehavvüli ‘âfiyetike ve fücâeti nikmetike ve
cemî’ı sahatıke.”
Anlamı: “Allah’ım! Nimetinin yok olmasından, sağlık ve
âfiyetin bozulmasından, ansızın belaya uğramaktan ve her
türlü gazabından Sana sığınırım.” (Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra, İstiâze,
56, No: 7955)
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكَسَلِ وَالْهَرَمِ وَالْمَأْثَمِ وَالْمَغْرَمِ وَمِنْ فِتْنَةِ
الْقَبْرِ وَعَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ فِتْنَةِ النَّارِ وَعَذَابِ النَّارِ وَمِنْ شَرِّ فِتْنَةِ الْغِنَى
وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْفَقْرِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike minel-keseli
vel-herami vel-me’semi vel-mağrami ve min fitnetil-kabri
ve ‘azâbil-kabri ve min fitnetin-nâri ve ‘azâbin-nâri ve min
şerri fitnetil-ğınâ ve e’ûzü bike min fitnetil-fakri.”
Anlamı: “Allah’ım! Tembellikten, ihtiyarlıktan, günahtan,
borçtan, kabir fitnesinden ve kabir azabından, cehennem fitnesinden ve cehennem azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden
Sana sığınırım. Fakirlik fitnesinden Sana sığınırım.”
(Buhârî, Deavât, 38)

Sıkıntılı Zamanlarda

* Sahabeden Abdullah ibn Abbas (r.a.) diyor ki; Peygamberimiz
(s.a.s.) sıkıntılı zamanlarda şöyle dua ederdi:
لَا إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ الْعَظي۪مُ الْحَلي۪مُ لَا إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظي۪مُ لَا إِلٰهَ
إِلاَّ الٰهّلُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَرَبُّ الْأَرْضِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْكَري۪مُ
Okunuşu: “Lâ ilâhe illâllâhül-‘azîmül-halîm.
Lâ ilâhe illâllâhü Rabbül-‘arşil-‘azîm.
Lâ ilâhe illâllâhü Rabbü’s-semâvâti ve Rabbül-ardi ve
Rabbül-‘arşil-kerîm.”
Anlamı: “Büyük ve halim olan Allah’tan başka ilâh yoktur.
Yüce Arş’ın sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur. Göklerin,
yerin ve kıymetli Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilâh yoktur.”
(Buhârî, De’avât, 26; Tirmizî, De’avât, 40)
∗ Sahabeden Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a) der ki; Peygamberimiz
(s.a.s.)’in şöyle dediğini duydum:
“Ben bir kelime biliyorum ki, kim onu söylerse mutlaka aydınlığa
çıkar. O da kardeşim Yunus’un şu duasıdır.
فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪نيَ
Okunuşu: “Fe nâdâ fiz-zulümâti en lâ ilâhe illâ ente
sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn.” Anlamı: “Karanlıklarda (balığın karnında, denizin
derinliklerinde, gecenin karanlığında) Yunus şöyle dedi:
Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, seni her çeşit kusurlardan
tenzih ederim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.” (Enbiyâ, 21/87)
Peygamberimiz (s.a.s.) sözlerine devamla; “Bununla
dua edip de Allah’tan karşılığını görmeyen hiçbir Müslüman
yoktur”, buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 85)
* Sahabeden Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.s.) bir gün Mescid’e girdi. Orada Ensâr’dan
Ebû Ümâme (r.a.) ile karşılaştı. Ona; “Ey Ebû Ümâme! Niçin
seni namaz vakti dışında Mescid’de oturmuş görüyorum?”
diye sordu. O da; “Peşimi bırakmayan sıkıntı ve borçlar sebebiyle
ey Allah’ın Resûlü!” diye cevap verdi. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.s.); “Sana bazı dualar öğreteyim mi?
Bunları okursan, Allah senden sıkıntını giderir ve borcunu
ödersin.”dedi. “Evet, ey Allah’ın Resûlü! Öğret!” dedim. “Öyleyse,
akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku” dedi.
اَللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحُزْنِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ وَأَعُوذُ
بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِالدَّيْنِ وَقَهْرِ الرِّجَالِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike minel-hemmi
vel-hüzni.
Ve e’ûzü bike minel-‘aczi vel-keseli.
Ve e’ûzü bike minel-cübni vel-buhli.
Ve e’ûzü bike min ğalebetid-deyni ve kahrir-ricâli.”
Anlamı: “Allah’ım! Üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklıktan
ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun beni alt etmesinden ve
insanların kahrından sana sığınırım.”
* Sahabeden Ebû Ümâme; “Ben bu duayı yaptım, Allah
benden tasa ve sıkıntımı giderdi, borcumu ödemede kolaylık
ihsan etti.” demiştir. (Buhârî, De’avât, 35, 39; Ebû Dâvud, Salât, 367)
* Sahabeden Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah
(s.a.s.)’ı bir şey üzecek olsa şu duayı okurdu:
يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغي۪ثُ يَاذَا الْجَلاَلِ وَالْاِكْرَامِ
Okunuşu: “Yâ Hayyü yâ Kayyûm! Bi rahmetike
esteğîsü yâ zel-celâli vel-ikrâm.”
Anlamı: “Ey diri olan, ey Kayyûm olan Rabbim! Rahmetin
adına yardımını talep ediyorum, ey celal ve ikram sahibi
(Allah’ım!)” (Tirmizî, De’avât, 99; Hâkim, Dua, 1, 509)
Yukarıdaki rivayetin ikinci kısmı, Resûlullah’ın dua
adabıyla ilgili bir tavsiyesini içermektedir. Buna göre: “Ey
celâl ve ikram sahibi Allah’ım! Duamı kabul et!” şeklindeki
yakarış, Yüce Peygamberimiz (s.a.s.)’in sıkça söylediği ve
bizim de her zaman söylememizi istediği bir duadır.
∗ Sahabeden Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) demiştir ki;
Kimin sıkıntısı artarsa şu duayı okusun:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ وَابْنُ أَمَتِكَ وَفِي قَبْضَتِكَ نَاصِيَت۪ى بِيَدِكَ
مَاضٍ فِيَّ حُكْمُكَ عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ سَمَّيْتَ بِهِ
نَفْسَكَ أَوْ أَنْزَلْتَهُ فِي كِتَابِكَ أَوِ اسْتَأْثَرْتَ بِهِ فِي مَكْنُونِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ أَنْ
تَجْعَلَ الْقُرْاٰنَ رَبي۪عَ قَلْب۪ي وَجَ ءَالَ هَمّ۪ى وَغَمّ۪ى
Okunuşu: “Allâhümme innî ‘abdüke, vebnü ‘abdi-ke,
vebnü emetike.
Ve fî kabdatike. Nâsiyetî bi yedike. Mâdin fiyye hukmüke.
‘Adlün fiyye kadâüke.
Es’elüke bi küllismin hüve leke semmeyte bihî nefseke.
Ev enzeltehû fî kitâbike. Ev iste’serte bihî fi meknûnilğaybi
‘ındeke en tec’alel-Kur’âne rebî’a kalbî ve celâe
hemmî ve ğammî.”
Anlamı: “Allah’ım! Ben senin kulunum, kulunun oğluyum,
senin kudretinin altındayım, varlığım senin elindedir.
Hakkımdaki hükmün geçerlidir. Hakkımda verdiğin hüküm
adaletlidir.
Kendine verdiğin veya kitabında indirdiğin ya da senin
katında bulunan gayb hazinesinden seçtiğin isminle Senden
Kur’ân’ı kalbimin baharı yapmanı, sıkıntı ve kederlerimin
giderilmesini dilerim.”
Bu duayı okuyan her kulun gam ve sıkıntısını Allah
gidermiş, yerine ferahlık vermiştir.” (Ahmed b. Hanbel, 1/391, 452;
Hâkim, 1, 509)
Kur’ân’ı, kalbin baharı kılmasını istemek, kalbin hoşlanacağı,
ferahlık duyacağı, zevkle okuyacağı şey kılmasını
istemektir. Zira kalp, baharda ferahlar, o mevsimden
memnun kalır, ondan ayrılmak istemez.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), Peygamberimiz (s.a.s.)’in, sıkıntıya
düşenlerin şöyle dua etmelerini tavsiye ettiğini bildirmiştir: اَللّٰهُمَّ رَحْمَتَكَ أَرْجُو فَلاَ تَكِلْن۪ي إِلىَ نَفْس۪ي طَرْفَةَ عَ وَأَصْلِحْ ل۪ي
شَأْن۪ي كُلَّهُ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ
Okunuşu: “Allâhümme rahmeteke ercû, felâ tekilnî ilâ
nefsî tarfete ‘aynin. Ve aslih lî şe’nî küllehû. Lâ ilâhe illâ
ente.”
Anlamı: “Allah’ım! Rahmetini umarım. Beni göz açıp
yumacak kadar da olsa nefsime bırakma. Bütün işlerimi düzelt.
Senden başka ilâh yoktur.” (Ebû Davud, Edeb, 110)
* Sahabeden Abdullah b. Cafer (r.a.), Hz. Ali (r.a.)’nin
şöyle dediğini rivayet eder: Peygamberimiz (s.a.s.), bana şu
kelimeleri öğretti ve başıma bir sıkıntı ya da zorluk geldiği
zaman bunları okumamı emretti:
لاَ إِلٰهَ إِلَّا الٰهّلُ الْكَر۪يمُ الْعَظ۪يمُ سُبْحَانَهُ تَبَارَكَ الٰهّلُ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Okunuşu: “Lâ ilâhe illâllâhü’l-kerîmül-‘azîmü.
Sübhânehû tebâreke’llâhü Rabbül-‘arşi’l-‘azîm.
Elhamdü lillâhi Rabbi’l-‘âlemîn.”
Anlamı: “Kerem sahibi ve ulu olan Allah’tan başka ilâh yoktur.
O’nu her türlü eksiklikten tenzih ederim. O, ulu Arş’ın Rabbidir.
Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” (Ahmed b. Hanbel, 1, 94)

Musibetlerden Korunmak İçin

∗ Sahabeden Suheyb (r.a.), Peygamber Efendimiz
(s.a.s.)’in şöyle dediğini bildirmiştir: عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَالِكَ لِأَحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ
إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَ فَكَانَ
اً لَهُ
ْ
خَي
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü
her hâli kendisi için bir hayırdır. Böylesi bir özellik sadece
mü’minde vardır: Sevinecek bir şeye nail olsa şükreder; bu
onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu
da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Bu hadisin ifadesinden anlaşılmaktadır ki, insan hem
bolluk zamanında hem de sıkıntılı zamanlarda daima
Allah’a yönelmeli, sürekli O’na dua etmelidir.
* Sahabeden Osman b. Affan (r.a.)’ın rivayetine göre
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kul her günün
sabahında ve akşamında üç defa;
بِاسْمِ الِّٰهل الَّذ۪ي لاَ يَضُرُّ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاءِ وَهُوَ
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Okunuşu: “Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün
fil-ardi velâ fis-semâi ve hüves-semî’ul-‘alîm.”
Anlamı: “Adı anıldığı zaman gerek yerde gerekse gökte
hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla! O, hakkıyla
işiten ve hakkıyla bilendir, derse ona hiçbir şey zarar vermez,
görülmedik kaza ve belâ ona isabet etmez.” (Ebû Davud, Edeb, 110;
İbn Mâce, Dua, 14; Tirmizî, De’avât, 13)
Peygamberimiz (s.a.s.); تَعَوَّذُوا بِالِّٰهل مِنْ جَهْدِ الْبَ ءٰالِوَدَرْكِ الشَّقَاءِ وَسُوءِ الْقَضَاءِ وَشَمَاتَةِ
الْأَعْدَاءِ
“Belânın felaketinden, helâkin gelmesinden, kötü kazadan,
düşmanların şamatasından Allah>a sığının” (Buhârî, De’avât,
27; Ebû Davud, Salât, 367; Müslim, Zikr, 16; Nesâî, İstiâze, 34) buyurmuş ve
kendisi Allah’a şöyle sığınmıştır:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ وَالْجُبْنِ وَالْهَرَمِ وَالْبُخْلِ
وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike minel-‘aczi
vel-keseli vel-cübni vel-herami vel-buhli.
Ve e’ûzü bike min ‘azâbil-kabri.
Ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memâti.”
Anlamı: “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan,
düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten
sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Hayat ve
ölüm fitnesinden sana sığınırım.” (Buhârî, De’avât 37; Tirmizî, De’avât,
71; Ebû Dâvud, Salât, 367)
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوءِ اْلاَخْ قَالِ
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike mine’ş-şikâkı
ve’n-nifâkı ve sûil-ahlâkı.”
Anlamı: “Allah’ım! Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve kötü
ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Dâvud, Salât, 367)
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنَ التَّرَدِّي وَالْهَدْمِ وَالْغَرَقِ وَالْحَرِيقِ
وَأَعُوذُ بِكَ أَنْ يَتَخَبَّطَنِيَ الشَّيْطَانُ عِنْدَ الْمَوْتِ وَأَعُوذُ بِكَ أَنْ أَمُوتَ فِي
سَبِيلِكَ مُدَبِّرًا وَأَعُوذُ بِكَ أَنْ أَمُوتَ لَدِيغًا
Okunuşu: “Allâhümme innî e’ûzü bike minet-teraddî
vel-hedmi vel-ğarakı vel-harîkı.
Ve e’ûzü bike en yetehabbetaniyeş-şeytânü ‘ındelmevti.
Ve e’ûzü bike en emûte fî sebîlike müdebbiran.
Ve e’uzü bike en emûte ledî’ğan.”
Anlamı: “Allah’ım! Yüksekten düşmekten, göçükten / göçük
altında kalmaktan, boğulmaktan, yangından Sana sığınırım.
Allah’ım! Ölüm anında şeytana çarpılmaktan Sana sığınırım.
Allah’ım! Senin yolundan dönerek ölmekten Sana sığınırım.
Allah’ım! Yılan sokması ile ölmekten Sana sığınırım.”
(Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ, İstiaze, 65, No:7972)
Her çeşit şerlerden, kötülüklerden, günahlardan,
Allah’ın yasaklarından, cehennemden vs. Allah’a sığınmak,
O’nun korumasını talep etmektir.
* Sahabeden Ebû’d-Derdâ (r.a.), Peygamberimiz
(s.a.s.)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim, şu duayı
gündüzün başında okursa akşama kadar; akşamleyin okursa,
sabaha kadar kendi başına, ehline ve malına bir musibet gelmez: اَللّٰهُمَّ أَنْتَ رَبّ۪ي لَا إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ عَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَأَنْتَ رَبُّ الْعَرْشِ
الْعَظي۪مِ مَا شَاءَ الٰهّلُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلاَّ بِالِّٰهل
الْعَلِيِّ الْعَظي۪مِ أَعْلَمُ أَنَّ الٰهّلَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدي۪رٌ وَأَنَّ الٰهّلَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ
شَيْءٍ عِلْمًا اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ نَفْس۪ي وَمِنْ شَرِّ كُلِّ دَابَّةٍ أَنْتَ
آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبّ۪ي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Okunuşu: “Allâhümme! Ente Rabbî. Lâ ilâhe illâ
ente.
‘Aleyke tevekkeltü ve ente Rabbül-‘arşil-‘azîm.
Mâşâallahü kâne vemâ lem yeşe’ lem yekün.
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-‘aliyyil-‘azîm.
A’lemü ennallâhe ‘alâ külli şey’in kadîr.
Ve enne’llâhe kad ehâta bi külli şey’in ‘ılmâ.
Allâhümme! İnnî e’ûzü bike min şerri nefsî ve min
şerri külli dâbbetin, ente âhizün bi nâsiyetihâ.
İnne Rabbî ‘alâ sıratın müstakîm.”
Anlamı: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka
ilâh yoktur.
Sana güvendim ve Sen yüce Arş’ın sahibisin.
Allah’ın dilediği olur, O’nun dilemediği de olmaz.
Güç ve kuvvet sahibi ancak yüce ve ulu Allah’tır.
Bilirim ki, Allah’ın her şeye gücü yeter. Ve Allah, her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.
Allah’ım! Nefsimin şerrinden ve senin yönetimin altındaki
bütün canlıların şerrinden sana sığınırım. Şüphesiz Rabbim
(yaptığı her işte) doğru yoldadır.” (Taberânî, ed-Dua, No: 343, I, 129)
∗ İbn Ömer (r.a.); Peygamberimiz (s.a.s.)’in, her türlü
bela ve musibete karşı sabah-akşam şöyle dua etmeyi asla
terk etmezdi, demiştir:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَسْأَلُكَ الْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَسْأَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي دي۪ن۪ي وَدُنْيَايَ وَأَهْل۪ي وَمَال۪ي
اَللّٰهُمَّ اسْتُرْ عَوْرَات۪ي وَآمِنْ رَوْعَات۪ي
اَللّٰهُمَّ احْفَظْن۪ي مِنْ بَ يَدَيَّ وَمِنْ خَلْف۪ي وَعَنْ يَم۪ين۪ي وَعَنْ شِمَال۪ي
وَمِنْ فَوْق۪ي وَأَعُوذُ بِعَظَمَتِكَ أَنْ أُغْتَالَ مِنْ تَحْت۪ي
Okunuşu: “Allâhümme innî es’elükel-‘âfiyete fiddünyâ
vel-âhirati.
Allâhümme innî es’elükel-‘afve vel-‘âfiyete fî dînî ve
dünyâye ve ehlî ve mâlî.
Allâhümmestür ‘avrâtî ve âmin rav’âtî.
Allâhümme’hfaznî min beyni yedeyye ve min halfî ve
‘an yemînî ve an şimâlî ve min fevkî.
Ve e’ûzü bi ‘azametike en üğtâle min tahtî.”
Anlamı: “Allah’ım! Senden dünya ve ahirette sağlık ve
esenlik istiyorum. Allah’ım! Senden dinimde, dünyamda, ailemde ve malımda
af ve afiyet istiyorum.
Allah’ım! Eksiklerimi, kusurlarımı ve ayıplarımı ört, korku
ve endişelerimi güvene ve huzura çevir.
Allah’ım! Beni önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan
ve üstümden (gelebilecek her türlü bela ve musibete karşı)
muhafaza eyle. Altımdan kahrına uğramaktan (depremden)
senin azametine sığınırım.” (Ebû Davud, Edeb, 110; İbn Mâce, Dua, 14)
 
© Copyright 2035 Dua ile...
Theme by Yusuf Fikri